18 Nisan 2014 Cuma

3. Gün

Sanki küçük bir odada geçirilen uzun zamanın hızlandırılmış halde gösterildiği ve ekranın köşesinde bu hızlı anlara ayak uyduran bir dijital saatin olduğu bir filmin kahramanı gibi hissetmişti. Kalkıyor, su içiyor, yeniden oturuyor, sigara içiyor ve odasına hapsoluyordu. Sözsüz bir şarkı çaldığı anda gündüzden kalma bir kaç olay geldi aklına. Yaşları farklı bir kaç kişinin olduğu sohbet ortamında bulunmuştu. Gündelik yaşam alışkanlıkları eleştirisi ile başlayan konuşmalar politikleşmişti ve artık onu dişarıya iterken öfkelendiriyordu da. Arınmak için bir duygu kazanmış oluyordu. Dinliyordu fakat susmak gittikçe zor hale geliyordu. Duydukları onu yaralıyor fakat öldüremiyordu. O an duyduklarının iğrençliğinden sıçrayanlar onu boğabilirdi ve öfkeden arınmak bu kadar kolay sağlanabilirdi. Bir kez konuşacağım ve susacağım dedi. Böylece öfkesinin uşaklığını yapıp kendisine ihanet etse dahi bir arınma yaşarım diye düşünmüştü. Sustuğunda uzunca bir süre konuştuğunu anladı ve öfkesi ötelenmişti. Kendisinden daha genç biri 'haklı olabilirsin fakat ben emeğimin karşılığını almış olup daha fazla maddi varlığa sahip olsaydım eğer inandığım dinin günah diye nitelendirdiklerini daha fazla yapacağım, örneğin daha fazla alkol tüketeceğim. Bu da gösteriyor ki benim hakkımı gasp edenler bana iyilik yapıyorlar' dedi. Bunu duyduğunda ölmüştü işte ve öfkesi dahil tümden hissizleşmişti. Gözleri doldu ve bir içki daha içmek için cam şişenin metal kapağını çakmağıyla açtı. Ne demek gerekiyor diye düşünemeyecek kadar sarsılmıştı. Şimdi yeni saatlerin içine düştükçe daha fazla ölmenin arınmak için çözüm olmadığını anladı. 

16 Nisan 2014 Çarşamba

2. Gün

İlk arınma günü analizi için bu gününü feda ediyordu. Çatışma an ile olunca sıkışıp kalmak aşikar diye düşündü. Tüm var olanları an ile hapsetmişti ve arınırken tüm zamanlardan bir kurtuluşu da gerçekleştirmeliydi. Bağımsız bir bilinç mümkün müydü? Tüm bilinçaltını var eden öğretileri yok edebilir miydi? Yalnızca ölmeden önceki o anda hissedeceği tüm duyguları merak etti. Sağır ve dilsiz olacağını biliyordu. Bir önceki günü böyle değerlendirdi. Basit düşünüyordu fakat karmaşayı işaret ediyordu. Karışık olan her şeyi bağımsız kılmak dinozorlar ölene kadar mıydı? Tekrarlardan sakınamıyordu. Bir ayraç olmak için yaşamamış olmayı dahi göze alabilirdi. 

Bazi Duygulardan Arinma Denemeleri

 1. Gün

Bir an evet bir ana indirgedi tüm kederleri. Sonra pencereden dışarıya baktı. Belli belirsiz kendi yansımasını gördü. Oysa arkasında bir sokak, sarı ışıklar ve ağaçlar vardı. Düşündü, yalnızdı ve dünya arkasında onu terk etmiş ve saklanmış gibiydi. Müzik sesini duydu birden kederine fon olan. Bir cümle dedi, öyle bir cümle kurmalıyım ki bu keder hissinden arınmalıyım. Geceyi seviyordu ama gecenin dikeni derin bir çukurda bir mutsuzluktu. Çukura su doluyordu ve boğulmaya ramak kalmıştı. Çukurlardaki suların ne kadar kalabalık olduğunu da biliyordu ve havadaki sertçe sıkılmış tüm yumruklar bu çukurlardan yükseliyordu. Yalnızlığım ana dair ve yeryüzü çukurlarında kalabalığız diye düşündü. Cümleyi arıyordu, evet kederden arınmak için kendi yüzüne çarpacağı o cümle. Ruhunun sesi kesilmişti ve ayağa kalktı. Dışarıya çıkmalıyım, ruhumun esaretinden kurtulmalıyım diye düşündü. Kalktı, giyindi ve düşünmeden çıktı. Bir yırtılma anının içinden geçti sanki. Gürültüler duyuyordu. Düşüncelerinin şöleninden bir melodi değil, yakınlardaki bir konserin sesleriydi. İşte dedi dünyayı duyduğum an ve gerçekliğe karışabilirim. Sesin geldiği yöne gitti ve konser alanına ulaştı. Kalabalık içinde, elleri cebinde uyum sağlamaya çalışıyordu. Kafasını kaldırdı, bir sigara içti ve kederden arınmak istemediğini anladı. Çünkü dünyayı örten bir battaniye gibi keder de onun duygularını örtüyordu. Belki de bir turnusoldu...

31 Ocak 2014 Cuma

Sarsan Kelimeler

Ölmediği için mutsuz olan bir adam ne düşünür? Çok fazlayız ölmeyi kaçış değil bir zafer olarak görenler. Bir sigaraya sarılmış, karanlık ile kararmış iç dünyamız arasında bembeyaz bir dumanla köprü kuruyoruz. Böyle düşsel dünyayı gerçek üzerinde hüküm sürer hale getirdiğimizde bir balıkçı ya da sokakta yaşayan bir evsiz hayal edip onlara hikayeler yazarak anlamsız bir dünyada var olduğumuzu meşrulaştırıyoruz.

Balıkçının teknesi kayıtsız mı? O tekneyi kullanmak için bir tür ehliyete ihtiyaç duymaz mı? Teknenin vergisini ödemesi gerekmez mi? Duygu yüklü o kadar cümleden sonra böyle maddeye yönelmek ne kadar da yazdıklarımı kötüleştiriyor değil mi? Bir ekmeğe ihtiyaç duymak ya da sağlığını kaybetmemek için tedavi görmek o hayallerimizin gerçek balıkçısının da hakkı değil midir? Bir haktan bahsetmek o kadar mücadeleyi olumsuzlayan argüman varken ne kadar da içtenlikten uzak değil mi? Bir evsizin de kendisini hayat macerasına katmak isteyenlerin armağanlarını kabul ederken onlara hissettirdikleri düzene ayak uyduranların vicdanları ile düzen arasındaki bağları kuvvetlendirmesi için bir araç haline gelmiyor mu? Ya da bilgisini bağımsız ve özgür hale getirip bir çeşit intihar yolculuğuna çıkması mı tökezletecek birbirinden beslenen isyanın karşısında duran çarkların işleyişini? Nereden bakıyoruz hayata ve nereye koyuyoruz tüm biriktirdiğimiz duygularımızı? Ah insanlar diyoruz ne kadar çok rengi barındırıyor ilişkileri. 'Gerçeklik' karşısında en azından iç dünyamızda bir özgürlük alanı oluşturabilmek için çabalamak bir mücadele alanı olabilir mi? Nasıl olsun bir değerlendirmeler silsilesi içinde bağımsız düşünceyi var edebilecek bilinç.

Durduğumuz zamanlar var. Düşünüp duruyoruz, ağlayıp duruyoruz, susup duruyoruz, bir anlama çabasından kurtulamıyoruz. 'Mutluluk' kelimesi altına sıkıştırılmış güzel duygularımızı düzene iliştiriyor muyuz? Soru sormak cevap vermeye gerek kalmadan mı güzel? Bir doğruluktan bahsedecek erginlikte olma iddiasında bulunmak saçma. Kuşatılmış bir bilinçle ve farklı sonuçları olan o aynı tecrübelerle bunu gerçekleştirebilmek ne mümkün. Daha mümkün olmayan ne kadar da çok şey var. Yukarıdan bakınca dünyaya başka bir dünya mümkün derken kapalı gözlerimizin ardına saklanmaktan kaçamamak diye bir durum mevcut. Nedir bunu alt üst edecek çözüm? Bir çözüme inanmayacak karamsarlık kolaylığına da kaçabiliriz. Ama en azından bir zıtlık durumu oluşturup dünyaya aşağıdan bakabilir miyiz? Dünyaya aşağıdan bakanları bulabilir miyiz? Onları bulsak ne yaparız? El ele tutuşup pasif halimize mi katarız. Bir yol bulmak, bir yöntem geliştirmek nasıl mümkün hale gelir diye düşünüp zamana mı yeniliriz? İşte bir kelime olarak 'mücadele' böyle çetrefilli eksik analizlerin denizinde de olsa bir dalga gibi var oluyor.
Tüm çıkmazları beyaza boyayan ya da herkesin kendi rengine boyamasını mümkün kılan bir hal 'mücadele'. Kızıl bir bayrak ya da tüm renkleri alt üst etmiş kara bir bayrak. Zamanı yenecek bir yön. Zamanın öncülük ettiği geçen, süregelen her şeye karşı zaferler elde edilecek bir alan. Aradığımız her şey için en meşru zemin. Düzene dahil olup sürat yapmak ya da düzenin dışında bir gemiye binip süzülmek arasından gökyüzünün sonsuzluğunu yaran bir çare. Bir müzik çalarken, uyuşmuş bir kafa ile bir sigarayla ya da pahalı olan her şeyin sahipliğine erişmişliğin 'zaferini' yaşarken de, başarmak nedir ben yaşadım düşüncesine mağlup olurken de 'mücadele'. 


18 Ocak 2014 Cumartesi

Hepimiz Yitirdik

Kim olarak doğmak isterdik bence yine kendimiz. Başkalarını anlamak ya da değerlendirmek yerine tüm ötekilerle dünyayı paylaşmak gerek. Kurallar, yetkiler, seçimler ve ya güçler ne için var? Daha güzel bir dünya ya da kazanımları devam ettirmek için değil mi? Bugün insanlar neden öldürülüyor? Savaşlar neden var? Hrant Dink daha güzel bir dünya için mi katledildi? Ermeniler, Kürtler, aleviler bu dünyada olmasa daha güzel bir dünya mı olacak? Şuanda iktidar sahipleri ya da egemenlere yetki veren insanlar ötekilerini yok etmelerini mi istiyorlar? Kültür diyoruz, birlikte yüz yılların birikimi sonucunda oluşturulan mutlu hayatların kesişimleri değil mi kültür? Sevdiğimiz ait olduğumuzu hissettiğimiz kültüre hiç mi katkısı yok ötekilerin? Herkesin en azından yasamaya hakki var. Görmezden gelmeden topraklarımızı, kültürümüzü, dünyamızı paylaşmalıyız. Birlikte mutluluklar inşa etmeliyiz. Benim sıfatlarım, seçimlerim, dinim, siyasi düşüncem katledilmeyi gerektirebilir mi? Paylaşamayacak kadar az şeyimiz yok. Doğduk ve sinirli zaman sonra yok olacağız. Birbirimizi yok etmeyelim ve nefretimizle egemenlere bu yetkiyi vermeyelim. Evet tüm ötekilere nefret duyanlar bu katliamlara katkı sağlayanlardır. Zaman dünyayı hiç bir kötülükten arındırmıyor. Çünkü insanlar yeniden var oluyor ve kendi kötülüklerini yaşatıyorlar. O son resim. Hrant Dink‘in yerde yattığı ve üzerinin örtülü olduğu. Onu gören insan nasıl olur da hissizleşir ve hesabını sormadan yasamaya devam edebilir. Bir Ermeni kendisini o resimdeki gibi hayal ederek daha nasıl yasayacak. Bir baba, bir es bir çocuk, bir anne daha yok edilmesin. Bu yitirilişler bir olmanın zincirlerini güçlü kılmalı ve dayanışmayı, mücadeleyi sonsuz kılmalı. Eşit bir dünya hayal etmek yetmez. Sahip çıkmak önemli. Göz yumma ve Hrant Dink'i kalbinde ve mücadelende yasat. Buradayız. Ahparig.

16 Ocak 2014 Perşembe

Ara Bulucu


Dar zamanlar yasiyoruz. Az zamanimiz var demek istemedim. Ama bir sikismislik halinin zamani dar geliyor. Bir ‘siradan’ gunun sonunda hissediyoruz. Gun sonlari gunesin batisi diye ogretilir. Karanliga sari bir isikla meydan okurken, durup cildirmamak icin direniyoruz. Yasam ne ugruna tuketilir? Ilk once bellegimizle catisiyoruz. Zamanimizi kara bir delik icine cekerken inandiklarimiz ve inanacaklarimiz celisiyor. Bu kadar mi saglam orulmus hapsoldugumuz kotuluk duvarlari diye dusunuyoruz. Insan bu duvarlari var olusuna kendisi mi ekliyor? Mutluluk ve cekilesi bir dunya icin birlikte olmak bir utopya mi? ‘Utopya’ kelimesi vicdan rahatlatip boyun egmek icin mi var? Goruyoruz, icindeyiz curumusluklerin ve insanin canina; en degerlisine kasteden argumanlarin ayakta tuttugu duzenin hukum surdugunu. Oteki kavramina lanet ediyoruz. Deneyimledik, yeterince kavram ogrendik kotulugu tum bilinclerce kabullenilmis olan. Boyle buhranli muhakemelerin esiri olmadik mi hepimiz farkli dillerde, farkli yerlerde ve farkli zamanlarda? Ogretilmis ve bize efendi edilen ‘kurallar’ sebep olmadi mi bu yasamak istemiyorum deyislerimize? Iste bu olmasi gereken ozgurlukler dunyasinin kuralsizliklari diye dusunmedik mi? Hangimiz bir gun cikip hayal ettigimiz yeryuzu icin ‘utopya’ perdesini yirtip oz dogruluga kavusmasinin mucadelesinin kodlarina kendimizi tam olarak inandirip elimizden tutacak insanlara anlatmaya kalma gucunu hissettik tum mental hafizamizda? Yasamak icin okumak, yasamak icin yazmak kadar sikistigimizi hissediyorum. Bir an hayran olup bir an hayal kirikligina ugruyoruz. Ofkelendigimiz duzene dogadan gelen bir tas ile karsilik verirken mi ozgurduk? Oylesine inanmis ve isyana sarilmis insanlarin arasinda sagir ve dilsiz kalmisken mi yeniden dogup, sonsuza kosmak istedik? Bir denizi, ormani, topragi, gokyuzunu kim sevmez ki? Insandan gelmis tum zararina maruz kaldigimiz bu gunes kadar yakici karanliklar. Mucadele inanmaktan daha yuce. Gercek olmayacak deseler de bir elin tutup seni baska bir dunya mumkun ben yanindayim ve biz o dunyada yasayacagiz bak benim elimi tutaninda elinden tutan var demesi kadar masum ve bir o kadar da nefes bize mucadele. Bir gun olmek ve olumde var olmak kacinilmaz olsa da mucadele anlamsizlasmayacaktir.


13 Ocak 2014 Pazartesi

Yerel Zihniyet

Uzun yıllardır ülkemizde hatta dünyanın her yerinde egemen olan zihniyetler azınlık haklarına, yaşam biçimlerine, inançlarına kısacası tüm değerlerine çeşitli yöntemlerle saldırarak sindirme politikaları uyguluyor. Azınlık derken aslında sadece dini ya da etnik olarak algılanmamalı diye düşünüyorum. Farklı düşünmek üzerinden de azınlık olmak mümkündür. Ülkemizde egemen zihniyet çeşitli açılardan tanımlanabilir. En belirgin haliyle din üzerinden oluşturulan bir hakim zihniyet mevcut. Bunu şuan gündemdeki savaşın taraflarının kendilerini ifade ediş biçimlerinden anlayabiliriz. Ülkemizde sindirme politikalarının dini veya etnik tüm örneklerine onlarca yıldır tanık oluyoruz. Halkların değerlerine saldırarak yapılan sindirmelerin en vahşi örnekleri ülkemizde gerçekleşti ve artık bunu inkar edenlerin oranı da gittikçe azalıyor. Sindirme üzerinden yapılan baskıların yıllardır dorukta olduğunu söylemek mümkün fakat kitlesel tepki düzleminde Gezi direnişinde doruğa ulaştığını söylemek doğru olacaktır. Egemen zihniyet dışındaki tüm düşünüş tarzlarına ve yaşam biçimlerine yapılan saldırılara verilen tepkiyi iliklerimize kadar hissetmiştik. Şuan yaşanan savaşın taraflarının neoliberal politikalar ışığında rantı nasıl yaratıp kime dağıttığı ve rezilce yöntemler kullandığını dile getirmenin yanında ülkenin yasama, yürütme ve yargı erklerini kendilerinden farklı olarak değerlendirdikleri tüm kesimleri dönüştürme ya da yok etmek için kullandıklarının ülkedeki tüm duyarlı/duyarsız herkesin farkına vardığı aşikar. 'Özel Yetkili Mahkemeler' de görülen tüm davalarda da bunu görmek mümkündür. Adalet herkes için var ve herkes bir zaman, bir yerde, bir açıdan azınlık olacaktır sözlerini de hatırlatmak istiyorum. Tüm bunlardan kısaca bahsetmemin sebebi önümüzde yapılacak olan seçimlere bağlamak. İlk olarak yerel seçimler uygulanacak, iktidarın kent politikalarını da sindirme politikası diye nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Gezi'de de oluşturulmak/ dayatılmak istenen kent zihniyeti ve kurulumu/ dönüşümü karşısında durulmuştu. Kentsel dönüşüm/ seçkinleştirme(mutenalaştırma)/ mülksüzleştirmeye karşı çıkış açısından da bir bilinç geliştirilmişti. Oluşturulan park meclisleri/ forumların kent hakkı için mücadele ettiklerini de yaşayarak deneyimliyoruz. Gezi'den sonra da bu mücadelenin başarılı kazanımlarına şahit olduk. Tüm bu karşı çıkışların sindirme politikalarının karşısında durduğu tespitini yapmayı önemli buluyorum ve önümüzdeki seçimlerde bu sindirme politikaları karşısında duruş bilincinin halkın oy tercihi açısından belirleyici olduğunu düşünüyorum. Yerelde bu sindirme politikasına karşı politika oluşturan ve bunu kentlerin gerçek sahiplerine anlatan siyasi partilerin ciddi kazanımlar elde edeceğini düşünüyorum. Yerel seçimlerde halkın siyasi tercih açısından da bunu bir kırılma olarak görüyorum. Gezi direnişinden dersimizi aldık diye söylem geliştiren siyasi partilerin de bu dersi özelde bu sindirme politikalarına karşı duruş olarak değerlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum.

8 Ocak 2014 Çarşamba

Kapalı Beyaz

Güneşin altında bir açık cezaevi
gökyüzünü görmek ne kadar kolay
mavide özgür olanlar
yetmeyenler de var
siyahı, yeşili, kırmızı ve moru
arzulamak ve yıkıp geçmek
geriye bakıp acı çekmek
gözlerin içinde bir gökyüzü
adımlar terse ve isteksiz
gökyüzünde mi özgürlük
kaçmak denize doğru
gerisi ilerisi yok denizin
zincirler yok
yeşil,kırmızı,mavi,mor ve siyah
denize batmış
durmak iste ve yalnızlığının denizinde nefessiz kal
ihtiyaç duyduğunda insana karaya çık
ama deniz hep senin ve dönmek özgürlükse...

3 Ocak 2014 Cuma

Uzaklar

Kuşkuların gerçekliği yanılsamaya dönüştürüyor
gördüklerin yoklar
yaprak kahverengi ama örtmüyor grilerini,
düşmüyor...
Gittiğin yerdeki kapılar kapalı değil
içeride yoklar hayal ettiklerin
rüzgar esiyor ama süpürmüyor sırılsıklam caddeleri...
Kapatma gözlerini çözüm değil
rüyaların, hayallerin yok ediyor çarelerini
güneş doğuyor ama aydınlatmıyor gölgeleri,
Olmamışlar gözlerinin önünden gitmiyor
yağmur yağıyor ve sen tedirginsin...
Kaybetmeyeceksen de yok edeceksin...