25 Aralık 2013 Çarşamba
Toprağın Derininden
Birey olarak yaşadığımız kente, ülkeye, dünyaya aidiyet hissediyoruz. Çok fazla açıdan tartışmalı dahi olsa yaşam tükettiğimiz alanlar ve sistemler içinde var olmaya çalışıyoruz. Yaşadığımız ülkeye var olan düzene olan isyanımız aşikar olsa da 'ülkemiz' diyoruz varlığımızı aidiyet temelli ifade ediyoruz. Aslında halkımızın yaşadığı ülke demek başka bir taraftan olaya bakma ihtiyacı hissetmeme sebep oldu. Şu sıralar hangi taraftan bakarsak bakalım kötü kelimelerle niteleyecğimiz olaylar yaşıyoruz. Oysa 'demokrasi' diyerek beyaza boyadığımız düzenden ne kadar da dışlanmis olduğumuzu görmek için de çok acı günler. Meşruiyeti tartışılır demenin az kalacağı açık olan bir sistemin içinde olduğumuzu, egemenlerin filmini izleyen biletli seyircilerden farkımızın olmadığını hissediyorum. Sistemin yazılı ve sözlü sınırlarının, denetleyicilerinin olduğunu savunuyoruz ve bu şekilde insanlık için iyi olanı bize yaşatacağına inanıyoruz. Fakat şuan gündemde olan olaylara müdahil olma aşamasında ne kadar sözlü ve yazılı denetçileriz bunu sorgulamaktan kaçınıyoruz. Belirlenen tarihlerde yapılan seçimlerin yönetime salt katılım olduğunu tartışmadan oylarımızla temsiliyetimizi yani ileri aşamada kendi kendimizi yönettiğimizi ilan ettiğimize inandığımız coskularimizdan ya da öfkelerimizden anlaşılıyor. Oysa egemenler denetçileri, kural savunucuları da kendi aralarından seçiyor ve patron ya da uşak olarak sisteme dahil ediyor. Hangimiz bağımsız bir yargının olduğunu, onlarca yıldır yargılananların adaletin tecellisiyle yüzleştiklerini düşünüyoruz? Hangi açıdan bu yaşananların tarafı olmaktan başka müdahalede bulunduğumuzu düşünüyoruz? Egemenler bir ağaç sanki sistemin tüm kademeleri de yasama, yürütme, yargı... bu ağacın dalları... Birbirlerini besliyorlar, birbirlerine tutunuyorlar ve istemediklerini yok ediyorlar. Biz, halk ise toprağız ağaç bizim üzerimizde yetişiyor onu biz besliyoruz ve büyütüyoruz. Ama kaçmız toprak olduğumuzun farkındayız? Kalbimizden çıkan ağaçların kökleri bizim içimizde, kent bizim,su bizim, ülke bizim, dünya bizim bu ilevsizliği ve dışlanmışlığı aşağıdan yerle bir edelim.
22 Aralık 2013 Pazar
Tesekkurler
Yasamak denizlerin altinda bulutlarin arasinda topraga basmadan yasamak sonra biraz muzik sonumuz toprakta ve yeseren ormanlari yasatiyoruz.
Yok olacagiz bir gun keske bir gokyuzunde bir ormanda bir denizde hepsi bir goze dolmus son kez karsimda atesler icinde bana bakarken.
Bir gece siradan bir karanlik bir sigara sona giden beton yollar metal tasiyicilar ve cigligi dunyanin insana direnen son ses.
19 Kasım 2013 Salı
Her neredeysen
Bir balkondan
sivrilen kardan beyaz dağları terk eden bulutlara bakarken insan
yaşadığı an, savrulduğu düzen, ait olduğu kalabalıklar ve itaat ettiği kuralları düşündü.
Bir an sanki boşluktaydı ve hayal edebilirdi...
Başka bir dünya dedi ve uzattı ellerini sonra bir ışık dağların ardından...
Bir işaret değildi elbet kurtuluşa,
gözlerini kırpmaya zorlandı ve gerçeğe itildi güneş tarafından...
Arkasını döndü rüyalara ve teslim etti her şeyini karanlığa...
Kapkaranlık bir düzen, bulut beyazı hayaller ve güneş kadar yakıcı gerçekler...
sivrilen kardan beyaz dağları terk eden bulutlara bakarken insan
yaşadığı an, savrulduğu düzen, ait olduğu kalabalıklar ve itaat ettiği kuralları düşündü.
Bir an sanki boşluktaydı ve hayal edebilirdi...
Başka bir dünya dedi ve uzattı ellerini sonra bir ışık dağların ardından...
Bir işaret değildi elbet kurtuluşa,
gözlerini kırpmaya zorlandı ve gerçeğe itildi güneş tarafından...
Arkasını döndü rüyalara ve teslim etti her şeyini karanlığa...
Kapkaranlık bir düzen, bulut beyazı hayaller ve güneş kadar yakıcı gerçekler...
27 Ekim 2013 Pazar
Bir Hüzün Anı
Duyarlılık kelimesi altına saklanmış hislerin ertesinde
bir hüzün anına yakalandım. Bu anın kaynağı ülkemizde hayatın tüm alanlarında
insanların taşıdığı ağırlıkların aslında hiçte uzak olmayan mesafelerde
örneklerinin neredeyse hiç olmaması. Bazen uzun bazen kısa hissi veren nice bir
aylar yaşıyoruz. Farklı bir ülkede geçirdiğim ilk bir ayımdan yazıyorum.
Çeşitli nedenlerden dolayı küçük bir Fransız şehrinde (Grenoble) bulunuyorum.
Şehrin günlük akışı İstanbul’dan sonra insana çok yavaş geliyor. İnsanlar,
otobüsler, bisikletler, otomobiller, tramvaylar; her şey çok yavaş sanki… Bu
yavaşlık insanı düşünmeye itiyor diye bir algıya kapıldım. Düşünüyorum ve
hüzünleniyorum. Ülkemizde siyasi, etnik, dini vb. alanlarda insanlar üzerinde
çok ağır baskılar olduğu aşikar. Burada insanların bu baskılardan sıyrıldıkları
gözüküyor. Sahip oldukları özellikleri
kavgaya değil de ortaklaşmalarını çeşitlendirmek için kullanıyor ve bir sürü
insanın durup düşünüp hayalini kurduğu hayat tarzını inşa ediyorlar. Hep tüm
insanlığın sıradan diye tabir ettiğimiz bir hayat tarzına sahip olduğunda mutlu
olacağını hayal ederim. Burada bu hayalimin bir anlamda gerçekliğinden bir
örneğe şahit oluyorum. Tüm şehir sanki hiçbir sınır olmadan halkın yaşam alanı
haline getirilmeye çalışılmış. İnsanın bilinçaltını yaralayan hatta kanatan,
üzerinde baskı oluşturan ögeler şehirde konumlandırılmamış. Doğa, şehir
hayatına direkt olarak dahil oluyor. Demek istediğim gökdelenlerin şehri
yücelteceği değil ağaçların, hayvanların, çiçeklerin, nehirlerin şehri göklere
erdireceği ortak algı haline gelmiş gibi gözüküyor. Saygı sanırım en ciddiye alınan
kavramlardan birisi. İnsanlar birbirlerine karşı saygılarını yarıştırıyorlar.
Yaşlı ve engellilerin hayatın bu kadar içinde olduğu bir şehir sanırım azdır.
İster istemez sakat ve yaşlı oranının fazla olabileceğini düşündüm fakat hiçte
öyle olmadığı kanısına vardım. Tüm bu gözlemlerimin doğruluğundan asla emin
değilim fakat bir anlamda yaşadığım bu kadar kısa sürede şaşkınlıkla tanık
olduğum ülkemizden aşırı derecede farklı bu durumları yazıya dahil etme
çabasındayım. Bir aksilik olmadığı takdirde burada geçireceğim bir yıl sonunda
bana bu hüzün anını yaşatan tüm farklılıkların gerçekliğini en azından kendime
kanıtlar düzeyde olabilirim diye umuyorum. Yaşlılar, engelliler, hamileler
diyordum parklar, bahçeler… Motorlu taşıt belasından burada da kesinlikle
örnekler görmek mümkün fakat bisiklet kullanan insanlar kesinlikle motorlu
taşıt kullananlardan fazla. Burada bir bisiklet edindim ve kesinlikle hayatım
boyunca bisiklet kullanmayı bir alışkanlık haline getirmeyi düşünüyorum. Bir aile düşünün anne, baba, farklı yaşlarda
çocuklar bir pazar günü hep birlikte yeşil bir alanın içinde nehrin kenarında
bir patikada birlikte kasklarını takmış bisiklet kullanıyor.. Bu şehirde
yaşayanların büyük bir çoğunluğu kesinlikle bu ailecek yapılan bisiklet
gezintisini yaşayarak tecrübe ediyor. En önemlisi şehrin tüm taşıtlar için inşa
edilmiş yollarında bisikletler için ayrılmış bir yol bulunuyor. İşine, okuluna
herhangi bir aktivitesine bisikletle giden insanları görmek mümkün. Şaşılacak şekilde motorlu taşıtlar kesinlikle
geçiş önceliğini bisikletlere veriyorlar. Bu hayat tarzını temellendiren gerçek
öğenin ise düzen olduğunu düşünüyorum.
Bu düzenin yazısız fakat ortak anlayış, ortak akıl çerçevesinde kolektif
hale getirdiğini gözlemlemekte zor olmayacaktır. Daha önceden bahsettiğim gibi
şehir küçük olduğundan sanırım düzeni sağlamak kolaylaşıyor. İnsanın azlığı bu
düzen oluşurken sanırım katalizör görevi görmüş. Bir anı gözümde canlandı bir
önceki cümleyi yazarken; her buluşma ortamında yaşanan siyasi tartışmalar, başka
bir dünya hayali gibi durumları arkadaş ortamımda her yaşadığımda bir arkadaşım
her zaman ‘bu dünyada arzulanan düzeni kurmak için insanların yarısından
fazlasının yok olması gerekiyor’ derdi. Sanırım bu şehirde beni insan azlığını
düzen oluşumunun katalizörü olarak görmem arkadaşımın düşüncesini destekler bir
konuma getirdi. Düzenin kolektif akılla oluşturulduğuna inanmama sebep olarak
insanların kesinlikle aceleci ve sıkılgan olmamalarını görüyorum. Bu düzen
sayesinde de sanırım bisiklet yaygınlaşmış ve sporun kesinlikle hiç görmediğim
dalları dahi bu şehirde yapılır hale gelmiş. Bir gün iki ağacın arasına
bağlanmış bir ipin üzerinde yürüyen insanlar gördüğümden sporun hiç görmediğim
dalları açıklamasını yapmakta kendimi zorunlu hissettim. İnsan ilişkilerinden
de bahsetmek istiyorum fakat derinlikli bir konu olduğundan bana çarpıcı gelen
bir örnekle yetinmeye çalışacağım. Sokakta yaşayan insanlar burada gözle
görülür şekilde fazla fakat çarpıcı gelen tarafları bu insanlar kendi hayat
görüşleri doğrultusunda sokakta yaşamayı seçen insanlar. Zorunda kalıp
sokaklarda yaşamıyorlar istedikleri için bu şekilde var oluyorlar. Her yaştan
insan var aralarında. Yerlerde oturup bir şeyler içip şarkı söylüyorlar.
Sanırım karınlarını insanlardan topladıkları paralarla doyuruyorlar. Fakat
kesinlikle saygısızlık yapmıyorlar. En kibar cümleleri seçip isteklerini dile
getiriyorlar ve reddedenlere teşekkür edip kabalık etmiyorlar. Hatta para
istedikleri insanlarla uzun uzun sohbet ettiklerine şahit oldum. Konuşmanın
konusunu da onların belirlediğini düşünmüyorum. Hepsinin sahip olduğu bir
hayvan var. Genelde köpekleri olduğunu gördüm. Fransızca konusunda yeterli
seviyeye geldiğimi düşündüğüm bir anda onlarla muhabbet etmeyi çok istiyorum ve
kesinlikle nerede yaşadıklarını soracağım. Bir günün içine dalıp yaşarcasına
onu anlatıyor havasında yazıyorum sanırım ve günü geceye sözlüklerle
döndürebilirim. Gece olduğunda İstanbul’un kalabalık, gürültülü eğlence
anlayışı burada yok. Kalabalık ve gürültülü derken aslında ben de eğlencenin bu
şekilde olanından sanırım daha çok zevk alıyorum. Buranın yavaş, sakin, huzurlu
insanları arasında daha asimile olamadığımdan sanırım bu düşüncenin etkisi
altındayım. Bu küçük şehirde insanlar geceleri barlarda oturup sohbet
ediyorlar. Evet, sadece sohbet ediyorlar ve dans edilen bir barın olmadığına
eminim diyebilirim. Bir elin parmaklarından daha az sayıda disko var ve sadece
organize edilen partiler olduğunda kalabalık oluyor. Sanırım organizasyon da
ortak akıl ürünü bu şehirde. Sohbet demiştim, şehrin insanları sohbete
doymuyormuşçasına saatlerce konuşabiliyorlar. Bunu nasıl başardıklarını da
mantıklı bir temele oturtmaya çalıştığımda çok düşünmeye iten bir dokusu
olduğunu söylemiştim; şehrin sanırım bu özelliği insanlara konuşabilecekleri bu
denli sınırsız konuyu sunuyor. Şehrin klasik Fransız filmlerinde şahit
olduğumuz tipik şehirlerle ortak özelliklerinden bahsetmeyi düşünmüyorum.
Tarihi dokusu, tiyatroları, kiliseleri, katedralleri… Tüm bu olumlu sıfatıyla
ödüllendirerek anlattığım özellikler beni bu hüzne boğdu. Dünya canlılara
mesken olmak için var olmuş diye basitçe düşünen insanlara öfkelenmemek gerek.
En basit haliyle bu temelde bir hayat tarzına sahip olmak için çok fazla
kullanacak kelimemiz var. Saygı, paylaşmak, dinlemek, empati yapmak…
Ülkemizde insanlar gerçekten siyasi, dini, etnik
ayrılıklarından dolayı sıradan hayatlar yaşayamaz hale geldi. Bu dönemde benim
gibi üniversite çağlarında olan insanlar sıradan bir hayatı hak ediyorlar.
Fakat farklı hesapları olanlar dünyayı kendi doğruları üzerinde kurulmuş
hayatların yaşama alanı olarak görenler günümüzde ülkemizde egemenliği,
iktidarı elinde bulunduruyorlar. Hayat tarzını dahi belirleyemeyen halkın
sıradan bir hayat için her şeyini vereceğine inanıyorum. Bu uğurda ülkemizde
insanlar canlarını feda ediyorlar. Dünyada bir tarafını düşünüyorsun
susuzluktan ölenler, diğer tarafında ülkemizi düşünüyorsun ve şimdi de
Grenoble… Bir hüzün anında mola verdi kavgalarımız ve hüzne kapılanların
hayallerindeki diyarlarda yaşamaya hepimiz layığız.
25 Ağustos 2013 Pazar
Bana
Karanlıkta bir sigara ateşi kadar aydınlıklar
Ay ışığında güzel en yeşil ormanlar
sigara bitecek, ormanlar aydınlanacaklar
Işıktan kaçan hayatlar kazanacaklar
26 Temmuz 2013 Cuma
Bir Kısım
İnsan geçim derdinden başka dertlere de sahip olmayı hak ediyor. Sınırlı yaşamı boyunca ekonomik alt yapılı tüm davranışlarını düzenlemenin çarelerini ararken başka hiç bir konu da endişelenmeye ne hali ne vakti kalıyor. Kendisine yatırım yapabileceği, doğayı, diğer insanları, diğer ülkeleri düşüneceği hatta bu konularda katkı sunabileceğini hayal bile demiyor. Devletler kuruluyor, temsilciler seçiliyor her şey insan hayatını düzenlemek, şartlarını iyileştirmek için inşa ediliyor fakat tüm politikalar askeri, siyasi, sosyal her ne konuda olursa olsun hep ekonomik amaçlar uğruna planlanıyor. Bunlar halkların refahı, ülkelerin gelişmesi için gibi gözükse de perde arkasında insan hayatına, doğanın tahribatına sebep oluyor. Farklı ülkeler, farklı ırklar belirlenen sınırlar içerisinde ekonomik gelişimini arttırmak için birbirlerinin hayatlarından çalıyor kaynaklarından çalıyor. Hatta bu uğurda birbirlerini katlediyor. Dünyada var olan her kaynak tüm dünyanın insanlarındır, ihtiyacı olan herkesindir. İnsanın dünyada var olduğundan bu yana oluşturulan, değiştirilen, geliştirilen bu düzen kimsenin yararına değil hatta çoğunluğun zararına işliyor. Çoğunluk kavramı da rahatsız edici insan birey olarak azınlık olmanın ne olduğunu yüz yıllardır acı tecrübelerle öğrendi. Herkes biran, bir yerde, bir açıdan azınlık oluyor. Hak her zaman her yerde hak doğuştan sahip olunan ya da sonradan seçimle, baskı altında kazanılan özellikler dolayısıyla azınlık haline gelen insanlar için de hak. Apaçık ortada olan insan hangi dili konuşursa konuşsun hangi ırktan olursa olsun hangi ülkede yaşıyorsa yaşasın kabul ettiği, ortak bilinçle dillendirdiği yanlışlıklar hüküm sürüyor tüm dünya genelinde. Fakat geçinme kaygısı ve ekonomiye bağlı hayat düzeni yüzünden kimse bunları dert edemiyor, değiştiremiyor. Vazgeçilen her şey için insan çok daha fazlasını elde etme gücüne sahip ama düzen insanı içine çekiyor ve benliğine yabancılaştırıyor. Bendeki tüm dünya insanının kaygısı ama bunlar anlatacaklarımın kısacası.
20 Temmuz 2013 Cumartesi
Karşılık
İşçi bir babanın okuyan oğluyum. Hayata karşı ilk isyanım babamı kriz bahanesiyle işten atan sermayeye oldu. Şimdi babam emekli olacak fakat çalışmak zorunda. Tüm hafta her gün 12 saat boyunca beni ve kardeşimi okutmak evini geçindirmek için çalışıyor. Demokratikleşen Türkiye'de işçi haklarının nasıl korunduğuna bizzat şahit oluyorum. Neden sokaklardayız neden bu düzene karşıyız diye merak edenlere halkın tüm yaşam alanları ve zamanının nasıl gasp edildiğini göstermek yetmiyor. Hükümet sermaye ve işçiler arasındaki denetimi gerçekleştiren ve işçinin haklarınını koruyan mekanizmayı yani sendikaları işlevsizleştirdi. Aynı durumdan meslek odaları da müzdarip oldu yakın zamanda. İnsanlar sermayenin kar hırsı altında eziliyor. Düzenin mekanizmalarının çalışması için kullanılıyor ve kendi derdinin tüm dünya halklarının derdi olduğunun farkına varamıyor. Zenginin gün geçtikçe zenginleştiğini fakirin ömrünü karnını doyurmak için çalışmakla geçirdiğini görmüyor. Tüm sermaye birikimini kendisinin ürettiğini fakat karşılığını alamadığını, düşünmeye dahi vakti olmadığını anlamak istemiyor. Sırf daha da zenginleşmek için insanların hayatlarını sömüren emperyalist ülkelerin kapısında köle olan devletinin politikaları uğrunda halkın canını dahi alabilecek seviyeye geldiğini içselleştiremiyor. Doğa katlediliyor gelecek nesiller köle olarak doğmaya mahkum ediliyor. Hepimiz işçi cocuğuyuz hepimiz köylü cocuğuyuz hepimiz memur cocuğuyuz. Dertlerimiz ortak,müşterek ilişkilerimiz ve karşı çıkışlarımız var. Sokaklardakiler de evlerindekiler de suçlu olanlar değil. Biz egemenlerin politikalarının çarkları olmaktansa kolektif hareket ederek bu dünyanın tüm kaynaklarından eşit şekilde yararlanabileceğimiz ve adil bir düzen inşa edebilecek güçteyiz. İsteklerimiz ortak sıkıntılarımız ortak çözümümüz için mücadelelerimiz de ortak! Kol kola sonsuzluğa...
19 Temmuz 2013 Cuma
Güç Halkındır!
Özgürlük hissini anlamlandırdığım bir 'Haziran'dı. Yazarken, konuşurken kullandığım kelimelerin canlılığını hissetmemi sağlayandı. Bu açıdan haykırdıklarım sıradan hissiz cümlelerin tutsak kelimeleriyle dolu olmayacak. Kendimi gerçekten işlevsiz hissettiğim zamanların acısını yaşadım uzun süre. Benim gibi düzenin baskısında ezilen ve hayatı anlamsızlıkla tanımlayan bir sürü de insan tanıyorum. Asıl kendimi yargıladığım içimde kopan fırtınaları dışıma taşıyamamdı. Öyle başkaldırışların, kahramanlıkların hikayelerine şahit oluyordum ki kendimden, tutsak kalmışlığımdan nefret ettiğim oluyordu. Uykusuz geçen gecelerde hayaller kurup harekete geçmem gerektiğine kendimi inandırıyordum fakat ertesi gün yine kendime ihanet ediyordum. İşte bu 'Haziran' bana kendimi bulma fırsatı verdi. Zihnimi paramparça ettiğim düşüncelerimi özgürleştirebilmem için adeta yeni bir dünya inşa etti. Özgür Haziran'ın her gününde hayallerimdeki tüm kelimeleri anlamlandırdım ve tüm duygusal karşılıklarını hissederek var oldum. Benim için yaşanılan bir tarih değil duygu yüklü bir diriliş hikayesiydi bu. Heyecanın ertesi olmadığına inanırım ve ben gerçekten heyecanlanmıştım. Bu heyecanla yaşamaya ve üretmeye devam edeceğime inancım nefes alıp verme zorunluluğu kadar kesin ve keskin. Günler geçtikçe insanların hissizliğini ve kendindeki gücü hissedemediğini görmek beni gerçekten en rahatsız eden durum. En büyük temennim Özgür Haziran'ın ve gelecek tüm haziranların halkın kendi gücünü bilerek yaşadığı zamanlar olarak geçmesi. Hayatı çok farklı anlamlandıran ve yorumlayan Gezi Parkı ve ülkenin bir sürü yerindeki halklar bir arada paylaşarak ve hayatlarına katkı sunarak geçirdi bu değerli zamanları ve kendindeki gücü tüm dünyaya gösterdi. Boyun eğmek insanın kendine, hayatına, inandıklarına yabancılaşmasının en belirgin halidir diye düşünüyorum. Tüm inançlarda hak gaspı kötülük kriterlerindendir. Hakkı gaspedilen insanların kol kola bu özgürlüğü bedenlerinde yaşatttıklarını gördük. Bu duygu yığınlarıyla yazılan direniş tarihinin ertesi tüm halkların en büyük kazanımı güçlerini doruklarda hissetmek olmalıdır. Güçlerini paylaşarak iktidara getirdikleri, onurlandırdıkları insanların haklarını elinden almalarına, itiraz etmeye değil kabullenmeye zorlanmalarına ve yöneten değil itaat eden durumunda olmalarına tüm insanlığın isyan etmesi şarttır. Sınırlı olduğuna hem fikir olduğumuz yaşamımızı; özgürlüğümüzü kazanmaya, hakkımızı elde etmeye, emeğimizin karşılığını almaya ve tüm insanların bu şekilde sonsuzluğa uğurlanmasını sağlamaya adamktan başka çaremiz yok!
7 Temmuz 2013 Pazar
Olağan Gözyaşı
Sabaha kavuşan bir gecede, sessizce
Ezilenlerin, tutsak edilenlerin,
kurban olanların, azınlık olanların,
hakkı yenenlerin, mücadele edenlerin gözyaşları
Sessizce, gece ve olağan olanı
Bir kalbin zamansız haykırışı
Direnişin, karşı çıkışın, devrimin soluğu
Anlamın sonsuzluğu
Ezilenlerin, tutsak edilenlerin,
kurban olanların, azınlık olanların,
hakkı yenenlerin, mücadele edenlerin gözyaşları
Sessizce, gece ve olağan olanı
Bir kalbin zamansız haykırışı
Direnişin, karşı çıkışın, devrimin soluğu
Anlamın sonsuzluğu
4 Haziran 2013 Salı
Aniden
Sonlu bir hayatta
Herhangi bir inanç,eşitlikten uzaksa
Yargısal bir değer mi?
Geçerli görülen bir kuralla
Kastediliyorsa hayata
İtaat etmeye değer mi?
Sorgulamak zor olan
Boyun eğmek var olan.
19 Mayıs 2013 Pazar
1 Mayıs 2013 Çarşamba
Ölür
Durmak...
Durmak çok kötü.Sürekli nefes alıp durmak mesela...
Etkilenmek,direnmek istemek,heyecanlanmak,planlamak ve sonra durmak...
Yalan söyleyip durmak,uyuyup durmak,susup durmak,vazgeçip durmak...
En kötüsü de durmayanların yöntemlerini yanlışlamak..Duranları örgütlemek...
Dünya duranların değil sanki...
Karşı çıkanların meşrulaştırması gereken hiç bir şeyleri yok var olanlar onlar gerçek olanlar,durmayanlar.
Oturduğu yerde durmak değil direnmek için savaşmak asıl olan...
İnsan durduğu zamanlar kadar ölü sanki...
Durmak çok kötü.Sürekli nefes alıp durmak mesela...
Etkilenmek,direnmek istemek,heyecanlanmak,planlamak ve sonra durmak...
Yalan söyleyip durmak,uyuyup durmak,susup durmak,vazgeçip durmak...
En kötüsü de durmayanların yöntemlerini yanlışlamak..Duranları örgütlemek...
Dünya duranların değil sanki...
Karşı çıkanların meşrulaştırması gereken hiç bir şeyleri yok var olanlar onlar gerçek olanlar,durmayanlar.
Oturduğu yerde durmak değil direnmek için savaşmak asıl olan...
İnsan durduğu zamanlar kadar ölü sanki...
26 Nisan 2013 Cuma
Geçti
Bir sahil esintisinde kalabalıklarda
ara verilmiş anların kederi
eşlenmeyen gözler
sıkışmış anlatılar
sıkılmış insanlar...
birilerinin hayatından bir zaman geçmek var
birilerinin hayatına biraz zaman ayırmak var
bir hayat var birilerinin gelip geçtiği
bir dünya var hep yerinde
bir ay var her yerinde
ara verilmiş anların kederi
eşlenmeyen gözler
sıkışmış anlatılar
sıkılmış insanlar...
birilerinin hayatından bir zaman geçmek var
birilerinin hayatına biraz zaman ayırmak var
bir hayat var birilerinin gelip geçtiği
bir dünya var hep yerinde
bir ay var her yerinde
21 Nisan 2013 Pazar
18 Nisan 2013 Perşembe
Yerinde
Her şey olmadığında da varmış bir orman.Denize nazır bir karanın bir ormanı ayaktaymış.İnsanı ruhundan uzaklaştıran hiç bir şey yokmuş ormanda.
Ağaçlar varmış yücelik onlardan sorulurmuş göğe kadarlarmış.Bir canlı altlarından gökyüzüne doğru bakarken ruhunu adaması gerektiği anlamı keşfedermiş.
Toprak varmış,arınmış.Öyle bir kahverengiymiş ki üzerindeki tüm canlılar yerine yakışırmış.
Yeşil o zaman tüm renklerden ötedeymiş bir kırmızı bir beyaz bir sarı bir siyah hiç bir şeymiş.
Öyle bir deniz varmış ki öyle bir güneş öyle bir rüzgar karanlık ay yıldızlar ve ahengi seslerin....
Bir insan varmış bir orman yokmuş.
İnsan gelmiş orman gitmiş.
Orman insanı mı istememiş...
İnsan ormanı mı yok etmiş...
Şimdi insan olan tüm düşmanlığıyla ormana dışarıdan bakmakla yetinmeye mahkum.
Ağaçlar varmış yücelik onlardan sorulurmuş göğe kadarlarmış.Bir canlı altlarından gökyüzüne doğru bakarken ruhunu adaması gerektiği anlamı keşfedermiş.
Toprak varmış,arınmış.Öyle bir kahverengiymiş ki üzerindeki tüm canlılar yerine yakışırmış.
Yeşil o zaman tüm renklerden ötedeymiş bir kırmızı bir beyaz bir sarı bir siyah hiç bir şeymiş.
Öyle bir deniz varmış ki öyle bir güneş öyle bir rüzgar karanlık ay yıldızlar ve ahengi seslerin....
Bir insan varmış bir orman yokmuş.
İnsan gelmiş orman gitmiş.
Orman insanı mı istememiş...
İnsan ormanı mı yok etmiş...
Şimdi insan olan tüm düşmanlığıyla ormana dışarıdan bakmakla yetinmeye mahkum.
13 Nisan 2013 Cumartesi
Yansız
Bir kaç yalnız,adada
kumuyla ağacıyla
Bir kaç yalnız,İstanbul'da
milyonları ve boğazıyla
Bir kalabalık fabrikada
Bir kalabalık mezarda
Bir kalabalık savaşta
Bir yalnızlık,milyonlarıyla İstanbul'da
kumuyla ağacıyla
Bir kaç yalnız,İstanbul'da
milyonları ve boğazıyla
Bir kalabalık fabrikada
Bir kalabalık mezarda
Bir kalabalık savaşta
Bir yalnızlık,milyonlarıyla İstanbul'da
Doğruca
Bir sabah beş daha ruhumda
Bir çığlığın sesi kulağımda
Sonra sigara
Acılar yine dumana
Duman
Ey sorumlulukların yeri
İnsan bedeninin katili
Ruhunun sahibi
Beyazın dışarıya
Siyahın içeriye
Öldüren de sensin
Birtanesin
Bir çığlığın sesi kulağımda
Sonra sigara
Acılar yine dumana
Duman
Ey sorumlulukların yeri
İnsan bedeninin katili
Ruhunun sahibi
Beyazın dışarıya
Siyahın içeriye
Öldüren de sensin
Birtanesin
29 Mart 2013 Cuma
Yanılmış
Toprak altında bir ölü
Yeryüzünde heykel
Nerede yükselmiş ruhu
Bizi nereden izler
Bir yanardağ içinde ateşti
Şelalede bir damla
Bir gözyaşında şimdi
Kibrit ateşinde mavi
Toprak altında bir eli
Yeryüzünde diğeri
Yeryüzünde heykel
Nerede yükselmiş ruhu
Bizi nereden izler
Bir yanardağ içinde ateşti
Şelalede bir damla
Bir gözyaşında şimdi
Kibrit ateşinde mavi
Toprak altında bir eli
Yeryüzünde diğeri
23 Mart 2013 Cumartesi
Yanıl
Yalnızlık aska dair değil sadece
bir ses
bir arkadaş
bir duygu
bir mevsim
bir an
bir rüzgar
bir kar
bir renk
bir ahenk
bir gemi
yalnız bırakabilir seni.
bir ses
bir arkadaş
bir duygu
bir mevsim
bir an
bir rüzgar
bir kar
bir renk
bir ahenk
bir gemi
yalnız bırakabilir seni.
21 Mart 2013 Perşembe
Yaşarken
İhanete uğramış bir ruh ya da bir grup müzdarip ruhlar zalim gördüklerinden intikam alsalar dahi mücadelenin haklısı vicdanlarda beyaza boyanıp uğurlanabilir.
Ancak kendisine ihanet etmiş bir ruh yaşayarak intikam aldığı benliğini siyaha boyar.
14 Mart 2013 Perşembe
Aydın
Bir kez daha kapatacaksın gözlerini güneşe
Yarın uyandığında yine karanlığa
Daima yaşayacaksın
Dünden yakınsın sona
Sonsuzluğa inananlar korkar
Tekrara inananlar da
Bahar aynı
Rüzgar aynı
Yaşarken insan
Aynı
Yarın uyandığında yine karanlığa
Daima yaşayacaksın
Dünden yakınsın sona
Sonsuzluğa inananlar korkar
Tekrara inananlar da
Bahar aynı
Rüzgar aynı
Yaşarken insan
Aynı
5 Mart 2013 Salı
Tüm Dillerde
Ölümün üzerine konulan gerçekler kadar barıştan uzaklaşır insan.Kimin erkinde olabilir bir gerçekliğin ömrünün süresini ayarlamak ya da ölümün.Gerçekliklerin de ömrü vardır sonu vardır.Gerçeklikler dahi ölürken doğrunun ya da yanlışın kutuplarında olmak kimin haddine.Tüm varlık sahası tükeneceği kabullenilmiş ömürlerin esiri olsa gerek.Aksine esir edilmiş tüm ömürler sonsuzun karanlığında da olsa esaretin sebeplerinden hesap sormaya muktedirdir.Her esaretin parmaklıklarını yok etmeye inanan,direnenler olacaktır ve onlar onurlandırırlar.Kimse tarafından değil tüm bu değişen gerçekliklerden haklarını 'onurla' alırlar.Hesap sormak görevdir ve bunun varlığını üstlenenler tüm vicdanlarda kabul görürler.
4 Şubat 2013 Pazartesi
Resim
Yaktığım kağıtlara yazdığım şiir
Külleri yeni bir dünya için iksir
Gün ışığında yenilen savaşçı
Karanlıkta kalmış davası
Bu diyarda zalimler meşhur
İsyanın ezgisi hep mahur
Tükenmeyen yegane umut
Düzeni reddet ve mücadeleni büyüt
Külleri yeni bir dünya için iksir
Gün ışığında yenilen savaşçı
Karanlıkta kalmış davası
Bu diyarda zalimler meşhur
İsyanın ezgisi hep mahur
Tükenmeyen yegane umut
Düzeni reddet ve mücadeleni büyüt
31 Ocak 2013 Perşembe
Yabancı
Mücadele yalnız kalmış kelimelerden 'Halk'
Karşı çıkmak yasaklanmış eylemlerden 'Düşünmek'
Özgürlük ruha hapsedilmiş düşlerden 'Adalet'
Öyle bir dünya ki insan doğuştan öteki 'Eşitlik'
Karşı çıkmak yasaklanmış eylemlerden 'Düşünmek'
Özgürlük ruha hapsedilmiş düşlerden 'Adalet'
Öyle bir dünya ki insan doğuştan öteki 'Eşitlik'
27 Ocak 2013 Pazar
TÜRKİYE’DE 2002 SONRASI KENTSEL DÖNÜŞÜM SÜREÇ ANALİZİ
-
SON MEŞRU ZEMİNİ “ON ÜÇ İLDE
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ VE YİRMİ ALTI İLÇE KURULMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”
GİRİŞ
Türkiye’de kentsel dönüşüm süreçlerinin işleyişini
çok farklı dönemlere ayırarak inceleyebiliriz. Bu analizin odak noktası
yasalarda ve mevzuatlarda yapılan düzenlemelerdir. Bu süreçlerde uygulanan
politikaların günümüze ulaşan kısmı AKP hükümetinin 2002 yılında iktidara
gelmesiyle başlamıştır.
Kentsel dönüşüm projelerinin kapitalist sistemdeki
işlevi sermaye birikiminin oluşturulmasında bir araç olarak kullanılmasıdır.
Günümüze gelene kadar sermaye birikimi çok farklı şekillerde sağlanmıştır. AKP
hükümetinin, günümüzde kentsel donuşum aşamasına kadar ulasan politikalarının
sermaye birikimine katkısı, sağladığı rantlar üzerinden olmuştur.
Devlet despotik planlayıcı gücü sayesinde çıkarları
gözeterek özel sektörün sahip olduğu sermayenin getirisi olarak rantı dağıtır.
AKP döneminde hükümet sermayedar ilişkileri değişen patronaj kalıpları ve
batının piyasa ekonomisinin içine gelenek ekleyerek oluşturulan muhafazakâr
liberalizm ile kişiselleşmiştir. Kişiselleşen devlet sermayedar ilişkisi
devletin çıkarları doğrultusunda rantın dağıtım yönünü belirlemesinde rol
oynamıştır.
AKP hükümetinin kentsel dönüşüm odaklı çıkardığı
yasalar, mevzuatlar ve düzenlemelerin hız kazanması, artmasına doğru orantılı
olarak bu süreçte özel sektörün çoğunlukla inşaat firmalarının arazi
yatırımları içindeki payı giderek artmaktadır.
Uygulanan politikaların hükümet, sermayedarlar ve
halk acısından etkileri çeşitli sonuçlar doğurmuştur. Bu etkilerin yarattığı
sonuçları değerlendirirken hükümet ve halk acısından farklı sonuçlara sebep
olduğunu göz önüne alınmalıdır. Hükümet dönüşümün hem halkı hem sermayedarları
kucakladığını düşünürken, halk acısından yarattığı etkiler eleştirilere
tabiidir.
Yürütülen neo-liberal politikaların, kentin yeniden
üretilmesi sürecindeki etkileri, bu süreçteki dinamiklerin birbirleriyle olan
ilişkileri, adalet kavramı üzerinden eleştirilirken halk yönlü sonuçlarının
olumsuz olduğuna işaret etmek gerekir.
TÜRKİYE’DE KENTSEL DÖNÜŞÜM SÜRECİ (2002 AKP DÖNEMİ
- GÜNÜMÜZ)
Türkiye’de kentin yeniden üretimi surecinde kentsel
donuşum politikaları 80 sonrasında iktidara gelen ANAP ve AKP hükümetleri
dönemlerinde gelişim göstermiştir. İnşaat sektöründeki yatırımlarımlasın artış
rakamları bunu açıkça işaret etmektedir.2002 krizi dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de inşaat sektörünün sekteye uğramasına sebep olmuştur. Bu donemde
iktidara gelem AKP hükümeti uyguladığı politikalarla bu sektörü yeniden
yukarıları çekmiştir. Günümüze kadar ulaşmış politikaların temelleri bu
dönemlerde atılmıştır.
80 sonrasında politikalar yasalar, mevzuatlar
üzerinde yapılan değişikliklerle ortaya konulmuştur. Yerel yönetimlere verilen
yetkiler bu düzenlemelerle arttırılmış ve kentsel donuşumun uygulama alanları
genısletılmıstır.2002 sonrasında AKP hükümeti dağıttığı yetkiler ve kentsel
donuşumun onunu açan, hızlandıran düzenlemeleriyle bu süreçte büyük ölçekli
yatırım firmalarıyla ortak hareket etmiştir.
Sermaye sınıfıyla kurulan ilişkide onculuk yapan
hükümet kent plancılığının tüm yetkilerini tamamen kendi eline almaya gayret
göstermiştir. TOKİ ve imar alanında yatırım gereksinimi duyan bakanlıklara her
turlu donuşum ve yatırım yetkisi hükümet tarafından sağlanmıştır.
Tüm bu politikaların perde arkasında rantın
üretilmesi ve dağıtılması vardır. Hükümet yasalarla rantın üretimi ve
dağıtımında tekel olmaya çalışmaktadır. Yasaların işaret ettiği, müdahalesine
izin verdiği her türlü alan dönüştürülmeye yani rant üretimine kaynak
oluşturmaktadır.
Günümüze yaklaştıkça donuşumun rant odaklı olduğu
yapılan büyük ölçekli projelerle yasam alanı olarak seçilmeyen şehir merkezine
uzak araziler de rant kapısı haline gelmiştir. Yeni sitelerin, alışveriş
merkezlerinin bu alanlara inşa edildiği görülmektedir.”Lefebvre’nin (1991)
kavramsallaştırma çerçevesini kullanacak olursak; “soyut mekânın üretim
pratikleri” olarak yaygınlaşan büyük ölçekli kentsel projeleri rant açısından
“atıl” konumdaki alanlarda alışveriş merkezlerini, iş merkezlerini, lüks
otelleri ve rezidansları, tüketim komplekslerini inşa etmek için yaşama
geçirilmeye çalışılıyor.” (1)
Yeni yatırımların yapıldığı bu alanlar kendi
değerleri dışında çevresindeki arazilerden de rant elde edilmesinin onunu
açmıştır. Bu alanlar ve çevresinden sermaye sahiplerinin, yatırımcıların yüksek
ekonomik gelirler elde ettiği görülmektedir.
TABLO (2)
Yetkilendirilen Merkezi Yönetim Kurumları
|
Yasalar
|
Yıllar
|
Getirdiği planlama - Yapılı çevre üretme yetkileri
|
TOKİ
|
2985 Sayılı Toplu konut Kanunu ve 11 adet kanun*
|
2000LI YILLAR BOYUNCA
|
Toplu
konut kredisi verilmesi, afet bölgelerinde toplu konut yapımı, gecekondu dönüşüm
bölgelerinde toplu konut projeleri yapmak,
Lüks
konut projeleri gerçekleştirmek, konut
Sektöründe
faaliyet gösteren şirketleri kurmak
Veya
finans kurumlarına ortak olmak... Vb.
|
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIGI
|
4957 (Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun)
|
2003
|
Turizm merkezlerinde her tür ve ölçekli imar
planlarını yapma/ yaptırma yetkisi
|
BİLİM SANAYİ VE TEKNOLOJI BAKANLIGI
|
4737 (Endüstri Bölgeleri Kanunu)
|
2002
|
Endüstri bölgelerinde imar planlarını yapma/
yaptırma yetkisi
|
CEVRE VE SEHIRCILIK BAKANLIGI
|
664 sayılı kanun hükmünde kararname
|
2011
|
Mekânsal
Strateji Planları ve Çevre Düzeni Planlarını yapma/yaptırma ve onama yetkisi,
Bütünleşik
Kıyı Alanları Yönetimi Planlarını
Yapma/yaptırma
ve onama yetkisi
|
(*)
TOKİ’nin planlama yetkileri ve konut üretimini düzenleyici rollerinin 11 adet
kanunla kuruma sağlanmıştır. TOKİ’yi yetkilendiren kanunlar: Kanun
No.
4767; 4864; 4964; 4966; 5104; 5162; 5229; 5234, 5327; 5273; 5609.
|
KENTSEL DÖNÜŞÜM VE SERMAYE BİRİKİM İLİŞKİSİ
Kapitalist ülkelerde sermaye birikimleri
çok çeşitli yollarla sağlanmaktadır. Hizmet sektörünün gelişme gösterdiği
sanayinin şehir dışına taşındığı yani şehir ölçeğinin değiştiği yeniden
planlanan şehirlerde kentsel dönüşüm, yeniden üretim aşamasında sermaye birikiminin
oluşmasına kaynak sağlamaktadır.
Günümüzde kurgulanan şehirlerde ve
İstanbul gibi küreselleşen kentlerde artık kent halkın talep ve isteklerine
göre şekillenmek yerine hükümet- sermayedar ilişkisinin kişiselleşmesi
üzerinden kentler planlanmaktadır. Sermayedarın kazancı, halkın talep ve
isteklerinin önüne geçmiştir. Hükümet ve sermayedar arasındaki bu kişiselleşen
ilişki farklı mekânlarda farklı düzeylerde olmuştur. Lefebvre’ye göre bu ilişki
“rascal concept” biçimindedir. Lefebvre bu ilişkinin muğlak, tutarsız, kesin
olmayan bir ilişki olduğunu söyler. Fakat Türkiye’de bu ilişki kentsel dönüşüm
sürecinde hükümetin izlediği politikaların da açıkça gösterdiği gibi tutarlı,
kesin bir ilişkidir.
Bu ilişkiye Türkiye’de sermayedarlar
açısından baktığımızda, kentsel dönüşüm adeta devlet eliyle serbest piyasa
ekonomisi içinde bir sektör haline getirilmiştir. Hükümetin kentsel dönüşüm
söylemleri genelde makroekonomik vaatler içermektedir. “Örneğin, AKP’nin Kanal
İstanbul’a yönelik söylemlerinde bu projenin İstanbul’a büyük yatırımlar
çekeceği, işsiz milyonlarca insana istihdam imkânları sağlayacağından
bahsedilirken (sağlanacak istihdamın niteliği, ücret boyutu ve sürekliliği hiç
konuşulmuyor) bu projenin oluşturacağı çevresel-ekolojik sorunlar, ekonomik ve
toplumsal maliyetler sümenaltı ediliyor. Aynı durum tüm “çılgın projeler” için
geçerli. Kamuoyunda “ekonomik büyüme”, “kalkınma”, “yatırım çekme” ve “istihdam
sağlama” imajı oluşturacak her türden göz alıcı-göz boyayıcı sunuş, söylem ve
vaat ortaya konarken bu projelerin ekonomik ve toplumsal maliyetlerini toplumun
hangi sınıfsal kesimlerinin ödeyeceği, bu projelerle yaratılacak rantın hangi
toplumsal kesimlere aktarılacağı konuları tartışma dışı bırakılıyor, bilinçli
bir şekilde üstü örtülüyor.”(3)
İktidar, makroekonominin kötüye gittiği
dönemlerde makroekonomik popülizmini arttırır ve halka daha fazla vaatler
vermeye başlar. Yukarda da açıklanıldığı gibi kentsel projelerinde
makroekonomik vaatler vermeye başlayan hükümet gittikçe despotikleşir.
İstihdam, kalkınma gibi vaatlerin nasıl yerine getirileceği, sonuçlarının ne
olacağı muğlaktır. Fakat despotikleşen hükümet projeleri herhangi bir bilimsel
veriye dayandırmadan yerine getireceğini vadetmektedir. Halk, yalnızca önüne
serilen vaatleri görmekte oysa arka planda, hükümetin bu içi boş vaatlerinin
arkasında dönen, rant üretim ve dağıtımının üstü kapatılmaktadır.
İnşaat firmalarının sahipleri ana-akım
medyada alakalı ya da alakasız oldukları her konuda boy göstermektedirler.
Halk, çokça gördükleri bu inşaat sektöründe söz sahibi olan sermayedarları
artık birer magazin figürü olarak içselleştirmişlerdir. Bu sermayedar sınıf,
elde ettikleri rantın yanına bir de medyadan gelir sağlamaktadır. İnşaat
sektörünün yanında adeta kurguladıkları benlikler üzerinden gelir sağlamaktadırlar.
HÜKÜMET VE SERMAYE SINIFI İLİŞKİSİNDE ORTAK ÇIKAR: RANT
Kentsel dönüşüm sürecinde mekân yeniden
üretilirken, planlayıcı otorite ve mekânı dönüştürecek olan sermaye sınıfının
ortak çıkarı ranttır. İki tarafın da elde ettiği rantı anlatırken mutena
aştırma (gentrification) kavramı üzerinden gitmek gerekir.
Gentrification en temel anlamıyla o
mekânın planlayıcı otoritenin seçtiği sermayedar sınıf ile satın alınıp
düzenlenmesidir Planlayıcı otorite, rant sağlamanın mümkün olduğunu gördüğü yerlere
çeşitli gerekçelerle durumu meşrulaştırarak, burada kentsel dönüşüme karar
verir. Sermayedarlar kentsel donuşum sürecinde o mekânda yasayan insanlara
kısıtlı vaatler sunarak dönüşen mekânın son halinden sundukları vaatlere oranla
oldukça fazla gelir sağlarlar. Aradaki bu uçurum rant üzerinden açıklanır.
Yeniden üretilen mekânın artık eski sahiplerine vaat edecek hiçbir şeyi yoktur
çünkü eski sahipleri artık o mekânda barınamazlar.
Hükümet, dönüşümden sonra o mekândan elde
edilen ranttan kendi payına düşeni alır. Bunu da Sulukule örneğiyle
açıklayabiliriz. Hürriyet gazetesinin haberine göre dönüşümden sonra
Sulukule’de, mekânın eski sahiplerinden çok hükümetle bağlantılı kişilerin o
mekân üzerinde hak sahibi olacağı görülmektedir.
“ ONLAR YENİ SULUKULELİLER
2009’da Hürriyet gazetesi, konutların yüzde 50’sinin, Fatih Belediye Başkan Danışmanı Mustafa Çiftçi ve aracılar vasıtasıyla el değiştirdiğini yazmıştı. Projeden ev aldığı ortaya çıkınca istifa eden AKP Fatih Yönetim Kurulu Üyesi Recep Karaoğlu, “Ben sadece kendi adıma işlem yaptırdım, diğerleri başkaları üzerinden aldı” demişti. Habere göre, Romanların ev ve arsalarını alanlar arasında AKP Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in oğlu, Deniz Feneri skandalında görevden alınan İstanbul 10. Noteri İsmet Büyükkılıç, İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu da vardı.(4)
2009’da Hürriyet gazetesi, konutların yüzde 50’sinin, Fatih Belediye Başkan Danışmanı Mustafa Çiftçi ve aracılar vasıtasıyla el değiştirdiğini yazmıştı. Projeden ev aldığı ortaya çıkınca istifa eden AKP Fatih Yönetim Kurulu Üyesi Recep Karaoğlu, “Ben sadece kendi adıma işlem yaptırdım, diğerleri başkaları üzerinden aldı” demişti. Habere göre, Romanların ev ve arsalarını alanlar arasında AKP Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in oğlu, Deniz Feneri skandalında görevden alınan İstanbul 10. Noteri İsmet Büyükkılıç, İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu da vardı.(4)
YASALAR VE MEVZUATLAR(SON AŞAMA OLARAK AFET YASASI VE BÜYÜKŞEHİR BELEDİYELERİ
YASASI)
2002
yılından bu yana hükümet kentsel dönüşüm projelerine yasa ve mevzuatlarla
kolaylıklar sağlayarak hız kazandırmaktadır. “2002 yılından itibaren yapılan
198 yeni yasal düzenleme ile birlikte (yeni yasa ve mevzuatlar, mevcut yasa ve
mevzuatlardaki değişiklikler, kanun hükmünde kararnameler... vb.) devlet kentsel
yapılı çevre üretimini teşvik eden çok sayıda yasa yapıcı müdahale
gerçekleştirmiştir (Balaban, 2008).”(5)
Yakın zamanda bu yasal düzenlemelere bakacak
olursak, 4 Ağustos 2012 tarihinde Resmi Gazete’ de
yayınlanarak yürürlüğe giren ‘’Afet
Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’’ ve 6 Aralık 2012
tarihinde Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren “On Üç İlde Büyükşehir
Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ‘un incelenmesi gerekir.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
“Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ile ilgili
açıklamasına bakacak olursak:
"Bakanlığımız, binaların sağlamlığını kontrol
etmesi için teknik heyete lisans verecek. Bu heyet yetkili olacak. Vatandaşa,
'Bu teknik ekibe binanı kontrol ettir' diyeceğiz. Binanın sağlam olmadığı
ortaya çıkarsa vatandaşa, 'Bu binayı yık' diyeceğiz ve belli bir süre
vereceğiz.”
"Bina yıkıldığı zaman içinde kiracı varsa ona kira
yardımı vereceğiz. Hak sahibi varsa ve maddi durumu müsait değilse ona da ev
alması için kredi imkânı sağlayacağız. Vatandaştan, binasını yıkıp orayı boş
arsa haline getirmesini isteyeceğiz.
"Vatandaşa, 'binanı yıkmazsan biz yıkacağız'
uyarısında bulunacağız. Halen yıkmama konusunda ısrar ederse vali ve
kaymakamların kontrolü altında belediye veya TOKİ marifetiyle bu binaların
tahliye edilip yıkımını sağlayacağız."(6)
Bayraktar’ın
sözleri açıkça planlayıcı otoritenin, istediği her alanı, yasalara dayandırarak
kentsel dönüşüme sokabileceğini, istediği alanlardan rant üretip,
dağıtabileceğini bize göstermektedir. Bilimsel bir karşılığı olmadan, devlet,
rantın bol olduğu alanları kentsel dönüşüme sokabilecek sınırsız bir yetkiye
sahip olmuştur. Yukarıda örnek olarak değindiğimiz Büyükşehir Belediyeleri ile
ilgili kanun değişikliği ile beraber, hükümet yerel yönetimlere yetki
devrederek, uygulama alanlarını genişletecek zemine sahip olmuştur. Aslında
yerel yönetimlere dağıtılan yetki ve yerel yönetimlerin kanun değişikliği ile
beraber güçsüz konuma getirildiği ve yerelin yerini merkezin aldığını açıkça
görebiliriz.
UYGULANAN POLİTİKALARIN DİNAMİKLER
AÇISINDAN SONUÇLARI
-Hükümet
yasal düzenlemelerle beraber istediği her alanı rahatça kentsel dönüşüme dahil
edebilecektir.
-Merkezi
otorite dışında halkın bu süreçte yeniden üretilen mekân üzerine söz hakkı
kalmamıştır.
-Yerel
yönetimlerden çok Büyükşehir Belediyelerinin yetki alanları genişletilerek
merkezi yönetim güç kazanmıştır. Merkezin yerelden daha güçlü olması, halka
mekânın yeniden üretim sürecinde söz hakkı tanınmaması, hatta yasam
alanlarından zorla tasfiye edilmelerine varacak kadar antidemokratik uygulama
zemini oluşmuştur.
-Bu
uygulamaların sonucu olarak ortaya çıkan tüm maliyetler halka yüklenmiştir.
Kentin ‘dışlanmış’ fakat rant üretimi acısından cazip bölgelerde yasayan yoksul
halk bu maliyetlerle daha da yoksullaşacaktır ve bir kez daha yasam alanlarında
dışlanacaktır.
-Zamanla
üretilen kentsel donuşum projeleri her alanda uygulanmaya başlanacak ve artık
mekânın özelliğine bakılmaksızın donuşum projeleri hayata geçecektir. Afet
Bölgesi, sit alanı, restorasyon gereği, sağlam ya da çürük olup olmadığına
bakılmaksızın ranta uygun her bölge otoritenin hiçbir neden göstermeksizin
dönüşüm sürecine dahil edilecektir.
-Devletin
bu sınırsız, meşrulaşmış yetkisi zamanla doğal kaynakların tahrip edilmesine
neden olacaktır.
-Büyükşehir
Belediyeleri İle İlgili Kanun Değişikliği anayasaya aykırı durumlar teşkil
etmektedir:
“7.2. Tam
anlamıyla imar affı olan bu düzenleme, 29 il sınırları içinde geçerli, diğer
illerde geçerli olmadığı gibi, aynı il içinde farklı yasallıklara karşılık
geldiğinden Anayasanın 10`uncu maddesinde yer verilmiş olan "Kanun Önünde
Eşitlik" ilkesine aykırıdır. Yasalaşması sonrasında konunun Anayasa
Mahkemesi`ne taşınması durumunda, alınacak karar ile imar affının tüm ülke
sathına yayılması olasıdır.
Söz
konusu maddede;
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar"
Denilmiştir.
Buna göre, yapılacak yasal düzenlemelerde aynı durumda olan kişilere yönelik
kararların eşitlik ilkesine uygun verilmesi gereklidir. Ancak, düzenleme ile
yalnızca "bu kanunla mahalleye dönüşen köyler" tanımlaması yapıldığı
da dikkate alındığında, eşitlik ilkesine üç farklı aykırılığın oluştuğu tespit
edilmektedir.
Bu
kapsamda;
A- Geçmişte
pergelle belirlenmiş sınırlar içinde kalan ve mahalleye dönüşmüş olan benzer
köylerde bu hüküm geçerli olmamaktadır. Üstelik Ankara, İstanbul, İzmir gibi
mevcut büyükşehirlerin mevcut sınırları içinde geçmişte mahalleye dönüşmüş olan
köyler için bu hüküm uygulanamazken, bu köylere komşu olup, bu yasaya kadar
"orman köyü" olarak varlığını sürdürmüş köylerdeki tüm yapılar
"ruhsatlı" sayılmaktadır. Bu durum, aynı il içinde, aynı yasallıkta
olan köy evlerinin sahipleri açısından bariz bir eşitsizlik anlamına geleceği
gibi, belediyeler açısından da çözümsüzlüğün ortaya çıkmasına neden olacaktır.
B- Bir
diğer aykırılık, Büyükşehir olan iller ile büyükşehir olmayan illerde bulunan
ve günümüzde yasal açıdan durumları aynı olan köylerdeki yapılar arasında
ortaya çıkan farklılaşmadır. Tasarının yasallaşmasıyla, Örneğin; Büyükşehir
haline gelen Balıkesir`de köylerde bulunan tüm kaçak yapılar ruhsatlı
sayılırken, komşu Çanakkale köyleri açısından bu uygulama söz konusu
olmayacaktır.
C- Eşitlik
ilkesine üçüncü aykırılık, kapatılan ve mahalleye dönüşen beldeler için söz
konusudur. Bu beldelerden bir bölümü oldukça eski belediyeler olsa da, bir
bölümü geçmişte köy statüsüne sahipken yakın dönemde belediye olmuştur. Yapılan
"imar affı" nitelikli düzenlemede bu yerleşmelerdeki yapılar da
kapsam dışıdır. Bu durum da Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır.
Ortaya
çıkan aykırılığın giderilmesi amacıyla, ruhsatlı sayılma durumunun
genişletilmesi, her ne kadar Anayasa açısından eşitliği getirecek olsa da,
aslen yanlış bir karar olan bu düzenlemenin daha da yaygınlaşması anlamına
gelecektir. Bu nedenle, Yasa hazırlıkları aşamasında tespit edilmiş bu sorunun
çözümünün, daha kapsamlı tartışmalarla ve imar mevzuatı içinde düzenlenmesi
yerinde olacaktır. Bu nedenle düzenlemeden kesinlikle çıkarılmalıdır.”(7)
Halkın
zararına olan tüm bu sonuçlarda hükümet ve sermayedar ilişkisinin temelini
oluşturan rant üretimi ve dağıtımı vardır. Rantın üretimi ve dağıtımı için
uygulanan tüm bu politikalar hükümet ve sermaye acısından olumlu
sonuçlanmıştır. Tüm analizler ve eleştiriler bu yönde sonuçlanmıştır.
SONUÇ
Rantın devlet eliyle dağıtılması,
arazilerin bir meta olarak satılması, sermayedarlara peşkeş çekilmesi, kent
yoksullarının yaşadıkları yerlerden zorla tasfiye edilecek olması, hususunda
günün sonunda tartışmamız gereken konu adalettir. Kenti planlayan otorite, kamu
yararı gözetmekten oldukça uzak amaçlar gütmekte ve sadece rantı üretmeyi ve
dağıtmayı amaçlamaktadır.
Adalet kavramını tartışırken David Harvey
ve Lefebvre’nin kullandığı “kent hakkı” teriminden yola çıkarabiliriz. : "Kent hakkı, kent kaynaklarına ulaşma
bireysel özgürlüğünden çok öte bir şeydir: Kenti değiştirerek kendimizi
değiştirme hakkıdır. Bireyselden çok ortak bir haktır.” (8)
Halkın çıkarılan yasalarla birlikte kent
üzerinde zaten olmayan söz hakkı tamamen ortadan kalkmıştır. Kabaca, birey,
kenti değiştirme, imkânlar yaratma vs. haklarına sahip olmayı bir kenara
bırakalım, kentten faydalanabilecek mi bu da bir soru işaretidir. Kendi tapulu
taşınmaz malından bile zorla tasfiye edilebilir bir konumdayken, adaleti günün
sonunda nereye koyabiliriz oldukça tartışmalı bir konudur. Tüm bunların
başlangıç noktası olan ‘’rant’’ baslı basına adaletsiz bir kavramdır. Toplumun
altyapısı olan ekonomide gelir adaletsizliğine yol açmakta ve bu adaletsiz
durum ekonomi haricindeki tüm yapıları yanı üst yapıyı etkilemekte ve hayatın
tüm alanına olumsuz sonuçlarıyla dahil olmaktadır.
DİPNOTLAR:
(1)(2)(3)(5) – PENPEÇİOĞLU Mehmet, “Kapitalist
kentleşme dinamiklerinin Türkiye’deki son 10 yılı: Yapılı çevre üretimi, devlet
ve büyük ölçekli kentsel projeler” , Birikim
(4) – NTV, ntvmsnbc.com, 7.01.12
(6) – Ankara – BİA Haber Merkezi, 14.03.12
(7) – TMMOB ŞPO Büyükşehir Belediye Kanunu
Değişikliği Değerlendirme Raporu, 10.10.12
(8) – Ankara – BİA Haber Merkezi, 18.10.12
DİĞER KAYNAKLAR:
BİRİKİM, sayı:270
GÜLHAN, T. Sinan, “Devlet Müteahhitlerinden
Gayrımenkul Geliştiricilerine, Türkiye’de Küresel Rant ve Bir Meta Olarak Konut
Üreticiliği”
BUĞRA, Ayşe, “Kapitalizm, Yoksulluk ve
Türkiye’de Sosyal Politika”, 15.11.08
BUĞRA, Ayşe, “Yoksulluk ve Sosyal Haklar”, Sivil
Toplum Geliştirme Merkezi Derneği için hazırlanan danışman raporu, Aralık 2005
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)