31 Ocak 2013 Perşembe

Yabancı

Mücadele yalnız kalmış kelimelerden   'Halk'
Karşı çıkmak yasaklanmış eylemlerden  'Düşünmek'
Özgürlük ruha hapsedilmiş düşlerden  'Adalet'
Öyle bir dünya ki insan doğuştan öteki 'Eşitlik'

27 Ocak 2013 Pazar

TÜRKİYE’DE 2002 SONRASI KENTSEL DÖNÜŞÜM SÜREÇ ANALİZİ



-         SON MEŞRU ZEMİNİ “ON ÜÇ İLDE BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ VE YİRMİ ALTI İLÇE KURULMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”

 GİRİŞ

Türkiye’de kentsel dönüşüm süreçlerinin işleyişini çok farklı dönemlere ayırarak inceleyebiliriz. Bu analizin odak noktası yasalarda ve mevzuatlarda yapılan düzenlemelerdir. Bu süreçlerde uygulanan politikaların günümüze ulaşan kısmı AKP hükümetinin 2002 yılında iktidara gelmesiyle başlamıştır.

Kentsel dönüşüm projelerinin kapitalist sistemdeki işlevi sermaye birikiminin oluşturulmasında bir araç olarak kullanılmasıdır. Günümüze gelene kadar sermaye birikimi çok farklı şekillerde sağlanmıştır. AKP hükümetinin, günümüzde kentsel donuşum aşamasına kadar ulasan politikalarının sermaye birikimine katkısı, sağladığı rantlar üzerinden olmuştur.

Devlet despotik planlayıcı gücü sayesinde çıkarları gözeterek özel sektörün sahip olduğu sermayenin getirisi olarak rantı dağıtır. AKP döneminde hükümet sermayedar ilişkileri değişen patronaj kalıpları ve batının piyasa ekonomisinin içine gelenek ekleyerek oluşturulan muhafazakâr liberalizm ile kişiselleşmiştir. Kişiselleşen devlet sermayedar ilişkisi devletin çıkarları doğrultusunda rantın dağıtım yönünü belirlemesinde rol oynamıştır.

AKP hükümetinin kentsel dönüşüm odaklı çıkardığı yasalar, mevzuatlar ve düzenlemelerin hız kazanması, artmasına doğru orantılı olarak bu süreçte özel sektörün çoğunlukla inşaat firmalarının arazi yatırımları içindeki payı giderek artmaktadır.

Uygulanan politikaların hükümet, sermayedarlar ve halk acısından etkileri çeşitli sonuçlar doğurmuştur. Bu etkilerin yarattığı sonuçları değerlendirirken hükümet ve halk acısından farklı sonuçlara sebep olduğunu göz önüne alınmalıdır. Hükümet dönüşümün hem halkı hem sermayedarları kucakladığını düşünürken, halk acısından yarattığı etkiler eleştirilere tabiidir.

Yürütülen neo-liberal politikaların, kentin yeniden üretilmesi sürecindeki etkileri, bu süreçteki dinamiklerin birbirleriyle olan ilişkileri, adalet kavramı üzerinden eleştirilirken halk yönlü sonuçlarının olumsuz olduğuna işaret etmek gerekir.

  TÜRKİYE’DE KENTSEL DÖNÜŞÜM SÜRECİ (2002 AKP DÖNEMİ - GÜNÜMÜZ)

Türkiye’de kentin yeniden üretimi surecinde kentsel donuşum politikaları 80 sonrasında iktidara gelen ANAP ve AKP hükümetleri dönemlerinde gelişim göstermiştir. İnşaat sektöründeki yatırımlarımlasın artış rakamları bunu açıkça işaret etmektedir.2002 krizi dünyada olduğu gibi Türkiye’de de inşaat sektörünün sekteye uğramasına sebep olmuştur. Bu donemde iktidara gelem AKP hükümeti uyguladığı politikalarla bu sektörü yeniden yukarıları çekmiştir. Günümüze kadar ulaşmış politikaların temelleri bu dönemlerde atılmıştır.

80 sonrasında politikalar yasalar, mevzuatlar üzerinde yapılan değişikliklerle ortaya konulmuştur. Yerel yönetimlere verilen yetkiler bu düzenlemelerle arttırılmış ve kentsel donuşumun uygulama alanları genısletılmıstır.2002 sonrasında AKP hükümeti dağıttığı yetkiler ve kentsel donuşumun onunu açan, hızlandıran düzenlemeleriyle bu süreçte büyük ölçekli yatırım firmalarıyla ortak hareket etmiştir.

Sermaye sınıfıyla kurulan ilişkide onculuk yapan hükümet kent plancılığının tüm yetkilerini tamamen kendi eline almaya gayret göstermiştir. TOKİ ve imar alanında yatırım gereksinimi duyan bakanlıklara her turlu donuşum ve yatırım yetkisi hükümet tarafından sağlanmıştır.

Tüm bu politikaların perde arkasında rantın üretilmesi ve dağıtılması vardır. Hükümet yasalarla rantın üretimi ve dağıtımında tekel olmaya çalışmaktadır. Yasaların işaret ettiği, müdahalesine izin verdiği her türlü alan dönüştürülmeye yani rant üretimine kaynak oluşturmaktadır.


Günümüze yaklaştıkça donuşumun rant odaklı olduğu yapılan büyük ölçekli projelerle yasam alanı olarak seçilmeyen şehir merkezine uzak araziler de rant kapısı haline gelmiştir. Yeni sitelerin, alışveriş merkezlerinin bu alanlara inşa edildiği görülmektedir.”Lefebvre’nin (1991) kavramsallaştırma çerçevesini kullanacak olursak; “soyut mekânın üretim pratikleri” olarak yaygınlaşan büyük ölçekli kentsel projeleri rant açısından “atıl” konumdaki alanlarda alışveriş merkezlerini, iş merkezlerini, lüks otelleri ve rezidansları, tüketim komplekslerini inşa etmek için yaşama geçirilmeye çalışılıyor.” (1)

Yeni yatırımların yapıldığı bu alanlar kendi değerleri dışında çevresindeki arazilerden de rant elde edilmesinin onunu açmıştır. Bu alanlar ve çevresinden sermaye sahiplerinin, yatırımcıların yüksek ekonomik gelirler elde ettiği görülmektedir.
                                              
                                           TABLO (2)
Yetkilendirilen Merkezi Yönetim Kurumları
Yasalar
Yıllar
Getirdiği planlama - Yapılı çevre üretme yetkileri
TOKİ
2985 Sayılı Toplu konut Kanunu ve 11 adet kanun*
2000LI YILLAR BOYUNCA
Toplu konut kredisi verilmesi, afet bölgelerinde toplu konut yapımı, gecekondu dönüşüm bölgelerinde toplu konut projeleri yapmak,
Lüks konut projeleri gerçekleştirmek, konut
Sektöründe faaliyet gösteren şirketleri kurmak
Veya finans kurumlarına ortak olmak... Vb.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIGI
4957 (Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun)
2003
Turizm merkezlerinde her tür ve ölçekli imar planlarını yapma/ yaptırma yetkisi
BİLİM SANAYİ VE TEKNOLOJI BAKANLIGI
4737 (Endüstri Bölgeleri Kanunu)
2002
Endüstri bölgelerinde imar planlarını yapma/ yaptırma yetkisi
CEVRE VE SEHIRCILIK BAKANLIGI
664 sayılı kanun hükmünde kararname
2011
Mekânsal Strateji Planları ve Çevre Düzeni Planlarını yapma/yaptırma ve onama yetkisi,
Bütünleşik Kıyı Alanları Yönetimi Planlarını
Yapma/yaptırma ve onama yetkisi
(*) TOKİ’nin planlama yetkileri ve konut üretimini düzenleyici rollerinin 11 adet kanunla kuruma sağlanmıştır. TOKİ’yi yetkilendiren kanunlar: Kanun
No. 4767; 4864; 4964; 4966; 5104; 5162; 5229; 5234, 5327; 5273; 5609.

     KENTSEL DÖNÜŞÜM VE SERMAYE BİRİKİM İLİŞKİSİ
Kapitalist ülkelerde sermaye birikimleri çok çeşitli yollarla sağlanmaktadır. Hizmet sektörünün gelişme gösterdiği sanayinin şehir dışına taşındığı yani şehir ölçeğinin değiştiği yeniden planlanan şehirlerde kentsel dönüşüm, yeniden üretim aşamasında sermaye birikiminin oluşmasına kaynak sağlamaktadır.
Günümüzde kurgulanan şehirlerde ve İstanbul gibi küreselleşen kentlerde artık kent halkın talep ve isteklerine göre şekillenmek yerine hükümet- sermayedar ilişkisinin kişiselleşmesi üzerinden kentler planlanmaktadır. Sermayedarın kazancı, halkın talep ve isteklerinin önüne geçmiştir. Hükümet ve sermayedar arasındaki bu kişiselleşen ilişki farklı mekânlarda farklı düzeylerde olmuştur. Lefebvre’ye göre bu ilişki “rascal concept” biçimindedir. Lefebvre bu ilişkinin muğlak, tutarsız, kesin olmayan bir ilişki olduğunu söyler. Fakat Türkiye’de bu ilişki kentsel dönüşüm sürecinde hükümetin izlediği politikaların da açıkça gösterdiği gibi tutarlı, kesin bir ilişkidir.
Bu ilişkiye Türkiye’de sermayedarlar açısından baktığımızda, kentsel dönüşüm adeta devlet eliyle serbest piyasa ekonomisi içinde bir sektör haline getirilmiştir. Hükümetin kentsel dönüşüm söylemleri genelde makroekonomik vaatler içermektedir. “Örneğin, AKP’nin Kanal İstanbul’a yönelik söylemlerinde bu projenin İstanbul’a büyük yatırımlar çekeceği, işsiz milyonlarca insana istihdam imkânları sağlayacağından bahsedilirken (sağlanacak istihdamın niteliği, ücret boyutu ve sürekliliği hiç konuşulmuyor) bu projenin oluşturacağı çevresel-ekolojik sorunlar, ekonomik ve toplumsal maliyetler sümenaltı ediliyor. Aynı durum tüm “çılgın projeler” için geçerli. Kamuoyunda “ekonomik büyüme”, “kalkınma”, “yatırım çekme” ve “istihdam sağlama” imajı oluşturacak her türden göz alıcı-göz boyayıcı sunuş, söylem ve vaat ortaya konarken bu projelerin ekonomik ve toplumsal maliyetlerini toplumun hangi sınıfsal kesimlerinin ödeyeceği, bu projelerle yaratılacak rantın hangi toplumsal kesimlere aktarılacağı konuları tartışma dışı bırakılıyor, bilinçli bir şekilde üstü örtülüyor.”(3)
İktidar, makroekonominin kötüye gittiği dönemlerde makroekonomik popülizmini arttırır ve halka daha fazla vaatler vermeye başlar. Yukarda da açıklanıldığı gibi kentsel projelerinde makroekonomik vaatler vermeye başlayan hükümet gittikçe despotikleşir. İstihdam, kalkınma gibi vaatlerin nasıl yerine getirileceği, sonuçlarının ne olacağı muğlaktır. Fakat despotikleşen hükümet projeleri herhangi bir bilimsel veriye dayandırmadan yerine getireceğini vadetmektedir. Halk, yalnızca önüne serilen vaatleri görmekte oysa arka planda, hükümetin bu içi boş vaatlerinin arkasında dönen, rant üretim ve dağıtımının üstü kapatılmaktadır.
İnşaat firmalarının sahipleri ana-akım medyada alakalı ya da alakasız oldukları her konuda boy göstermektedirler. Halk, çokça gördükleri bu inşaat sektöründe söz sahibi olan sermayedarları artık birer magazin figürü olarak içselleştirmişlerdir. Bu sermayedar sınıf, elde ettikleri rantın yanına bir de medyadan gelir sağlamaktadır. İnşaat sektörünün yanında adeta kurguladıkları benlikler üzerinden gelir sağlamaktadırlar.
    HÜKÜMET VE SERMAYE SINIFI İLİŞKİSİNDE ORTAK ÇIKAR: RANT
Kentsel dönüşüm sürecinde mekân yeniden üretilirken, planlayıcı otorite ve mekânı dönüştürecek olan sermaye sınıfının ortak çıkarı ranttır. İki tarafın da elde ettiği rantı anlatırken mutena aştırma (gentrification) kavramı üzerinden gitmek gerekir.
Gentrification en temel anlamıyla o mekânın planlayıcı otoritenin seçtiği sermayedar sınıf ile satın alınıp düzenlenmesidir Planlayıcı otorite, rant sağlamanın mümkün olduğunu gördüğü yerlere çeşitli gerekçelerle durumu meşrulaştırarak, burada kentsel dönüşüme karar verir. Sermayedarlar kentsel donuşum sürecinde o mekânda yasayan insanlara kısıtlı vaatler sunarak dönüşen mekânın son halinden sundukları vaatlere oranla oldukça fazla gelir sağlarlar. Aradaki bu uçurum rant üzerinden açıklanır. Yeniden üretilen mekânın artık eski sahiplerine vaat edecek hiçbir şeyi yoktur çünkü eski sahipleri artık o mekânda barınamazlar.
Hükümet, dönüşümden sonra o mekândan elde edilen ranttan kendi payına düşeni alır. Bunu da Sulukule örneğiyle açıklayabiliriz. Hürriyet gazetesinin haberine göre dönüşümden sonra Sulukule’de, mekânın eski sahiplerinden çok hükümetle bağlantılı kişilerin o mekân üzerinde hak sahibi olacağı görülmektedir.
“ ONLAR YENİ SULUKULELİLER
2009’da Hürriyet gazetesi, konutların yüzde 50’sinin, Fatih Belediye Başkan Danışmanı Mustafa Çiftçi ve aracılar vasıtasıyla el değiştirdiğini yazmıştı. Projeden ev aldığı ortaya çıkınca istifa eden AKP Fatih Yönetim Kurulu Üyesi Recep Karaoğlu, “Ben sadece kendi adıma işlem yaptırdım, diğerleri başkaları üzerinden aldı” demişti. Habere göre, Romanların ev ve arsalarını alanlar arasında AKP Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in oğlu, Deniz Feneri skandalında görevden alınan İstanbul 10. Noteri İsmet Büyükkılıç, İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu da vardı.(4)
    YASALAR VE MEVZUATLAR(SON AŞAMA OLARAK AFET YASASI VE BÜYÜKŞEHİR BELEDİYELERİ YASASI)
 2002 yılından bu yana hükümet kentsel dönüşüm projelerine yasa ve mevzuatlarla kolaylıklar sağlayarak hız kazandırmaktadır. “2002 yılından itibaren yapılan 198 yeni yasal düzenleme ile birlikte (yeni yasa ve mevzuatlar, mevcut yasa ve mevzuatlardaki değişiklikler, kanun hükmünde kararnameler... vb.) devlet kentsel yapılı çevre üretimini teşvik eden çok sayıda yasa yapıcı müdahale gerçekleştirmiştir (Balaban, 2008).”(5)
 Yakın zamanda bu yasal düzenlemelere bakacak olursak, 4 Ağustos 2012 tarihinde Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren ‘’Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’’ ve 6 Aralık 2012 tarihinde Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ‘un incelenmesi gerekir.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ile ilgili açıklamasına bakacak olursak:
"Bakanlığımız, binaların sağlamlığını kontrol etmesi için teknik heyete lisans verecek. Bu heyet yetkili olacak. Vatandaşa, 'Bu teknik ekibe binanı kontrol ettir' diyeceğiz. Binanın sağlam olmadığı ortaya çıkarsa vatandaşa, 'Bu binayı yık' diyeceğiz ve belli bir süre vereceğiz.”
"Bina yıkıldığı zaman içinde kiracı varsa ona kira yardımı vereceğiz. Hak sahibi varsa ve maddi durumu müsait değilse ona da ev alması için kredi imkânı sağlayacağız. Vatandaştan, binasını yıkıp orayı boş arsa haline getirmesini isteyeceğiz.
"Vatandaşa, 'binanı yıkmazsan biz yıkacağız' uyarısında bulunacağız. Halen yıkmama konusunda ısrar ederse vali ve kaymakamların kontrolü altında belediye veya TOKİ marifetiyle bu binaların tahliye edilip yıkımını sağlayacağız."(6)
Bayraktar’ın sözleri açıkça planlayıcı otoritenin, istediği her alanı, yasalara dayandırarak kentsel dönüşüme sokabileceğini, istediği alanlardan rant üretip, dağıtabileceğini bize göstermektedir. Bilimsel bir karşılığı olmadan, devlet, rantın bol olduğu alanları kentsel dönüşüme sokabilecek sınırsız bir yetkiye sahip olmuştur. Yukarıda örnek olarak değindiğimiz Büyükşehir Belediyeleri ile ilgili kanun değişikliği ile beraber, hükümet yerel yönetimlere yetki devrederek, uygulama alanlarını genişletecek zemine sahip olmuştur. Aslında yerel yönetimlere dağıtılan yetki ve yerel yönetimlerin kanun değişikliği ile beraber güçsüz konuma getirildiği ve yerelin yerini merkezin aldığını açıkça görebiliriz.
  UYGULANAN POLİTİKALARIN DİNAMİKLER AÇISINDAN SONUÇLARI
-Hükümet yasal düzenlemelerle beraber istediği her alanı rahatça kentsel dönüşüme dahil edebilecektir.
-Merkezi otorite dışında halkın bu süreçte yeniden üretilen mekân üzerine söz hakkı kalmamıştır.
-Yerel yönetimlerden çok Büyükşehir Belediyelerinin yetki alanları genişletilerek merkezi yönetim güç kazanmıştır. Merkezin yerelden daha güçlü olması, halka mekânın yeniden üretim sürecinde söz hakkı tanınmaması, hatta yasam alanlarından zorla tasfiye edilmelerine varacak kadar antidemokratik uygulama zemini oluşmuştur.
-Bu uygulamaların sonucu olarak ortaya çıkan tüm maliyetler halka yüklenmiştir. Kentin ‘dışlanmış’ fakat rant üretimi acısından cazip bölgelerde yasayan yoksul halk bu maliyetlerle daha da yoksullaşacaktır ve bir kez daha yasam alanlarında dışlanacaktır.
-Zamanla üretilen kentsel donuşum projeleri her alanda uygulanmaya başlanacak ve artık mekânın özelliğine bakılmaksızın donuşum projeleri hayata geçecektir. Afet Bölgesi, sit alanı, restorasyon gereği, sağlam ya da çürük olup olmadığına bakılmaksızın ranta uygun her bölge otoritenin hiçbir neden göstermeksizin dönüşüm sürecine dahil edilecektir.
-Devletin bu sınırsız, meşrulaşmış yetkisi zamanla doğal kaynakların tahrip edilmesine neden olacaktır.
-Büyükşehir Belediyeleri İle İlgili Kanun Değişikliği anayasaya aykırı durumlar teşkil etmektedir:
“7.2. Tam anlamıyla imar affı olan bu düzenleme, 29 il sınırları içinde geçerli, diğer illerde geçerli olmadığı gibi, aynı il içinde farklı yasallıklara karşılık geldiğinden Anayasanın 10`uncu maddesinde yer verilmiş olan "Kanun Önünde Eşitlik" ilkesine aykırıdır. Yasalaşması sonrasında konunun Anayasa Mahkemesi`ne taşınması durumunda, alınacak karar ile imar affının tüm ülke sathına yayılması olasıdır.
Söz konusu maddede; 
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar"
Denilmiştir. Buna göre, yapılacak yasal düzenlemelerde aynı durumda olan kişilere yönelik kararların eşitlik ilkesine uygun verilmesi gereklidir. Ancak, düzenleme ile yalnızca "bu kanunla mahalleye dönüşen köyler" tanımlaması yapıldığı da dikkate alındığında, eşitlik ilkesine üç farklı aykırılığın oluştuğu tespit edilmektedir.
Bu kapsamda;
A-     Geçmişte pergelle belirlenmiş sınırlar içinde kalan ve mahalleye dönüşmüş olan benzer köylerde bu hüküm geçerli olmamaktadır. Üstelik Ankara, İstanbul, İzmir gibi mevcut büyükşehirlerin mevcut sınırları içinde geçmişte mahalleye dönüşmüş olan köyler için bu hüküm uygulanamazken, bu köylere komşu olup, bu yasaya kadar "orman köyü" olarak varlığını sürdürmüş köylerdeki tüm yapılar "ruhsatlı" sayılmaktadır. Bu durum, aynı il içinde, aynı yasallıkta olan köy evlerinin sahipleri açısından bariz bir eşitsizlik anlamına geleceği gibi, belediyeler açısından da çözümsüzlüğün ortaya çıkmasına neden olacaktır.
B-    Bir diğer aykırılık, Büyükşehir olan iller ile büyükşehir olmayan illerde bulunan ve günümüzde yasal açıdan durumları aynı olan köylerdeki yapılar arasında ortaya çıkan farklılaşmadır. Tasarının yasallaşmasıyla, Örneğin; Büyükşehir haline gelen Balıkesir`de köylerde bulunan tüm kaçak yapılar ruhsatlı sayılırken, komşu Çanakkale köyleri açısından bu uygulama söz konusu olmayacaktır.
C-     Eşitlik ilkesine üçüncü aykırılık, kapatılan ve mahalleye dönüşen beldeler için söz konusudur. Bu beldelerden bir bölümü oldukça eski belediyeler olsa da, bir bölümü geçmişte köy statüsüne sahipken yakın dönemde belediye olmuştur. Yapılan "imar affı" nitelikli düzenlemede bu yerleşmelerdeki yapılar da kapsam dışıdır. Bu durum da Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır.
Ortaya çıkan aykırılığın giderilmesi amacıyla, ruhsatlı sayılma durumunun genişletilmesi, her ne kadar Anayasa açısından eşitliği getirecek olsa da, aslen yanlış bir karar olan bu düzenlemenin daha da yaygınlaşması anlamına gelecektir. Bu nedenle, Yasa hazırlıkları aşamasında tespit edilmiş bu sorunun çözümünün, daha kapsamlı tartışmalarla ve imar mevzuatı içinde düzenlenmesi yerinde olacaktır. Bu nedenle düzenlemeden kesinlikle çıkarılmalıdır.”(7)
Halkın zararına olan tüm bu sonuçlarda hükümet ve sermayedar ilişkisinin temelini oluşturan rant üretimi ve dağıtımı vardır. Rantın üretimi ve dağıtımı için uygulanan tüm bu politikalar hükümet ve sermaye acısından olumlu sonuçlanmıştır. Tüm analizler ve eleştiriler bu yönde sonuçlanmıştır.
   SONUÇ
Rantın devlet eliyle dağıtılması, arazilerin bir meta olarak satılması, sermayedarlara peşkeş çekilmesi, kent yoksullarının yaşadıkları yerlerden zorla tasfiye edilecek olması, hususunda günün sonunda tartışmamız gereken konu adalettir. Kenti planlayan otorite, kamu yararı gözetmekten oldukça uzak amaçlar gütmekte ve sadece rantı üretmeyi ve dağıtmayı amaçlamaktadır.
Adalet kavramını tartışırken David Harvey ve Lefebvre’nin kullandığı “kent hakkı” teriminden yola çıkarabiliriz.  : "Kent hakkı, kent kaynaklarına ulaşma bireysel özgürlüğünden çok öte bir şeydir: Kenti değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır. Bireyselden çok ortak bir haktır.” (8)
Halkın çıkarılan yasalarla birlikte kent üzerinde zaten olmayan söz hakkı tamamen ortadan kalkmıştır. Kabaca, birey, kenti değiştirme, imkânlar yaratma vs. haklarına sahip olmayı bir kenara bırakalım, kentten faydalanabilecek mi bu da bir soru işaretidir. Kendi tapulu taşınmaz malından bile zorla tasfiye edilebilir bir konumdayken, adaleti günün sonunda nereye koyabiliriz oldukça tartışmalı bir konudur. Tüm bunların başlangıç noktası olan ‘’rant’’ baslı basına adaletsiz bir kavramdır. Toplumun altyapısı olan ekonomide gelir adaletsizliğine yol açmakta ve bu adaletsiz durum ekonomi haricindeki tüm yapıları yanı üst yapıyı etkilemekte ve hayatın tüm alanına olumsuz sonuçlarıyla dahil olmaktadır.

  DİPNOTLAR:
(1)(2)(3)(5) – PENPEÇİOĞLU Mehmet, “Kapitalist kentleşme dinamiklerinin Türkiye’deki son 10 yılı: Yapılı çevre üretimi, devlet ve büyük ölçekli kentsel projeler” , Birikim
(4) – NTV, ntvmsnbc.com, 7.01.12
(6) – Ankara – BİA Haber Merkezi, 14.03.12
(7) – TMMOB ŞPO Büyükşehir Belediye Kanunu Değişikliği Değerlendirme Raporu, 10.10.12
(8) – Ankara – BİA Haber Merkezi, 18.10.12

DİĞER KAYNAKLAR:
BİRİKİM, sayı:270
GÜLHAN, T. Sinan, “Devlet Müteahhitlerinden Gayrımenkul Geliştiricilerine, Türkiye’de Küresel Rant ve Bir Meta Olarak Konut Üreticiliği”
BUĞRA, Ayşe, “Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika”, 15.11.08
BUĞRA, Ayşe, “Yoksulluk ve Sosyal Haklar”, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği için hazırlanan danışman raporu, Aralık 2005