Mücadele yalnız kalmış kelimelerden 'Halk'
Karşı çıkmak yasaklanmış eylemlerden 'Düşünmek'
Özgürlük ruha hapsedilmiş düşlerden 'Adalet'
Öyle bir dünya ki insan doğuştan öteki 'Eşitlik'
31 Ocak 2013 Perşembe
27 Ocak 2013 Pazar
TÜRKİYE’DE 2002 SONRASI KENTSEL DÖNÜŞÜM SÜREÇ ANALİZİ
-
SON MEŞRU ZEMİNİ “ON ÜÇ İLDE
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ VE YİRMİ ALTI İLÇE KURULMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”
GİRİŞ
Türkiye’de kentsel dönüşüm süreçlerinin işleyişini
çok farklı dönemlere ayırarak inceleyebiliriz. Bu analizin odak noktası
yasalarda ve mevzuatlarda yapılan düzenlemelerdir. Bu süreçlerde uygulanan
politikaların günümüze ulaşan kısmı AKP hükümetinin 2002 yılında iktidara
gelmesiyle başlamıştır.
Kentsel dönüşüm projelerinin kapitalist sistemdeki
işlevi sermaye birikiminin oluşturulmasında bir araç olarak kullanılmasıdır.
Günümüze gelene kadar sermaye birikimi çok farklı şekillerde sağlanmıştır. AKP
hükümetinin, günümüzde kentsel donuşum aşamasına kadar ulasan politikalarının
sermaye birikimine katkısı, sağladığı rantlar üzerinden olmuştur.
Devlet despotik planlayıcı gücü sayesinde çıkarları
gözeterek özel sektörün sahip olduğu sermayenin getirisi olarak rantı dağıtır.
AKP döneminde hükümet sermayedar ilişkileri değişen patronaj kalıpları ve
batının piyasa ekonomisinin içine gelenek ekleyerek oluşturulan muhafazakâr
liberalizm ile kişiselleşmiştir. Kişiselleşen devlet sermayedar ilişkisi
devletin çıkarları doğrultusunda rantın dağıtım yönünü belirlemesinde rol
oynamıştır.
AKP hükümetinin kentsel dönüşüm odaklı çıkardığı
yasalar, mevzuatlar ve düzenlemelerin hız kazanması, artmasına doğru orantılı
olarak bu süreçte özel sektörün çoğunlukla inşaat firmalarının arazi
yatırımları içindeki payı giderek artmaktadır.
Uygulanan politikaların hükümet, sermayedarlar ve
halk acısından etkileri çeşitli sonuçlar doğurmuştur. Bu etkilerin yarattığı
sonuçları değerlendirirken hükümet ve halk acısından farklı sonuçlara sebep
olduğunu göz önüne alınmalıdır. Hükümet dönüşümün hem halkı hem sermayedarları
kucakladığını düşünürken, halk acısından yarattığı etkiler eleştirilere
tabiidir.
Yürütülen neo-liberal politikaların, kentin yeniden
üretilmesi sürecindeki etkileri, bu süreçteki dinamiklerin birbirleriyle olan
ilişkileri, adalet kavramı üzerinden eleştirilirken halk yönlü sonuçlarının
olumsuz olduğuna işaret etmek gerekir.
TÜRKİYE’DE KENTSEL DÖNÜŞÜM SÜRECİ (2002 AKP DÖNEMİ
- GÜNÜMÜZ)
Türkiye’de kentin yeniden üretimi surecinde kentsel
donuşum politikaları 80 sonrasında iktidara gelen ANAP ve AKP hükümetleri
dönemlerinde gelişim göstermiştir. İnşaat sektöründeki yatırımlarımlasın artış
rakamları bunu açıkça işaret etmektedir.2002 krizi dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de inşaat sektörünün sekteye uğramasına sebep olmuştur. Bu donemde
iktidara gelem AKP hükümeti uyguladığı politikalarla bu sektörü yeniden
yukarıları çekmiştir. Günümüze kadar ulaşmış politikaların temelleri bu
dönemlerde atılmıştır.
80 sonrasında politikalar yasalar, mevzuatlar
üzerinde yapılan değişikliklerle ortaya konulmuştur. Yerel yönetimlere verilen
yetkiler bu düzenlemelerle arttırılmış ve kentsel donuşumun uygulama alanları
genısletılmıstır.2002 sonrasında AKP hükümeti dağıttığı yetkiler ve kentsel
donuşumun onunu açan, hızlandıran düzenlemeleriyle bu süreçte büyük ölçekli
yatırım firmalarıyla ortak hareket etmiştir.
Sermaye sınıfıyla kurulan ilişkide onculuk yapan
hükümet kent plancılığının tüm yetkilerini tamamen kendi eline almaya gayret
göstermiştir. TOKİ ve imar alanında yatırım gereksinimi duyan bakanlıklara her
turlu donuşum ve yatırım yetkisi hükümet tarafından sağlanmıştır.
Tüm bu politikaların perde arkasında rantın
üretilmesi ve dağıtılması vardır. Hükümet yasalarla rantın üretimi ve
dağıtımında tekel olmaya çalışmaktadır. Yasaların işaret ettiği, müdahalesine
izin verdiği her türlü alan dönüştürülmeye yani rant üretimine kaynak
oluşturmaktadır.
Günümüze yaklaştıkça donuşumun rant odaklı olduğu
yapılan büyük ölçekli projelerle yasam alanı olarak seçilmeyen şehir merkezine
uzak araziler de rant kapısı haline gelmiştir. Yeni sitelerin, alışveriş
merkezlerinin bu alanlara inşa edildiği görülmektedir.”Lefebvre’nin (1991)
kavramsallaştırma çerçevesini kullanacak olursak; “soyut mekânın üretim
pratikleri” olarak yaygınlaşan büyük ölçekli kentsel projeleri rant açısından
“atıl” konumdaki alanlarda alışveriş merkezlerini, iş merkezlerini, lüks
otelleri ve rezidansları, tüketim komplekslerini inşa etmek için yaşama
geçirilmeye çalışılıyor.” (1)
Yeni yatırımların yapıldığı bu alanlar kendi
değerleri dışında çevresindeki arazilerden de rant elde edilmesinin onunu
açmıştır. Bu alanlar ve çevresinden sermaye sahiplerinin, yatırımcıların yüksek
ekonomik gelirler elde ettiği görülmektedir.
TABLO (2)
Yetkilendirilen Merkezi Yönetim Kurumları
|
Yasalar
|
Yıllar
|
Getirdiği planlama - Yapılı çevre üretme yetkileri
|
TOKİ
|
2985 Sayılı Toplu konut Kanunu ve 11 adet kanun*
|
2000LI YILLAR BOYUNCA
|
Toplu
konut kredisi verilmesi, afet bölgelerinde toplu konut yapımı, gecekondu dönüşüm
bölgelerinde toplu konut projeleri yapmak,
Lüks
konut projeleri gerçekleştirmek, konut
Sektöründe
faaliyet gösteren şirketleri kurmak
Veya
finans kurumlarına ortak olmak... Vb.
|
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIGI
|
4957 (Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun)
|
2003
|
Turizm merkezlerinde her tür ve ölçekli imar
planlarını yapma/ yaptırma yetkisi
|
BİLİM SANAYİ VE TEKNOLOJI BAKANLIGI
|
4737 (Endüstri Bölgeleri Kanunu)
|
2002
|
Endüstri bölgelerinde imar planlarını yapma/
yaptırma yetkisi
|
CEVRE VE SEHIRCILIK BAKANLIGI
|
664 sayılı kanun hükmünde kararname
|
2011
|
Mekânsal
Strateji Planları ve Çevre Düzeni Planlarını yapma/yaptırma ve onama yetkisi,
Bütünleşik
Kıyı Alanları Yönetimi Planlarını
Yapma/yaptırma
ve onama yetkisi
|
(*)
TOKİ’nin planlama yetkileri ve konut üretimini düzenleyici rollerinin 11 adet
kanunla kuruma sağlanmıştır. TOKİ’yi yetkilendiren kanunlar: Kanun
No.
4767; 4864; 4964; 4966; 5104; 5162; 5229; 5234, 5327; 5273; 5609.
|
KENTSEL DÖNÜŞÜM VE SERMAYE BİRİKİM İLİŞKİSİ
Kapitalist ülkelerde sermaye birikimleri
çok çeşitli yollarla sağlanmaktadır. Hizmet sektörünün gelişme gösterdiği
sanayinin şehir dışına taşındığı yani şehir ölçeğinin değiştiği yeniden
planlanan şehirlerde kentsel dönüşüm, yeniden üretim aşamasında sermaye birikiminin
oluşmasına kaynak sağlamaktadır.
Günümüzde kurgulanan şehirlerde ve
İstanbul gibi küreselleşen kentlerde artık kent halkın talep ve isteklerine
göre şekillenmek yerine hükümet- sermayedar ilişkisinin kişiselleşmesi
üzerinden kentler planlanmaktadır. Sermayedarın kazancı, halkın talep ve
isteklerinin önüne geçmiştir. Hükümet ve sermayedar arasındaki bu kişiselleşen
ilişki farklı mekânlarda farklı düzeylerde olmuştur. Lefebvre’ye göre bu ilişki
“rascal concept” biçimindedir. Lefebvre bu ilişkinin muğlak, tutarsız, kesin
olmayan bir ilişki olduğunu söyler. Fakat Türkiye’de bu ilişki kentsel dönüşüm
sürecinde hükümetin izlediği politikaların da açıkça gösterdiği gibi tutarlı,
kesin bir ilişkidir.
Bu ilişkiye Türkiye’de sermayedarlar
açısından baktığımızda, kentsel dönüşüm adeta devlet eliyle serbest piyasa
ekonomisi içinde bir sektör haline getirilmiştir. Hükümetin kentsel dönüşüm
söylemleri genelde makroekonomik vaatler içermektedir. “Örneğin, AKP’nin Kanal
İstanbul’a yönelik söylemlerinde bu projenin İstanbul’a büyük yatırımlar
çekeceği, işsiz milyonlarca insana istihdam imkânları sağlayacağından
bahsedilirken (sağlanacak istihdamın niteliği, ücret boyutu ve sürekliliği hiç
konuşulmuyor) bu projenin oluşturacağı çevresel-ekolojik sorunlar, ekonomik ve
toplumsal maliyetler sümenaltı ediliyor. Aynı durum tüm “çılgın projeler” için
geçerli. Kamuoyunda “ekonomik büyüme”, “kalkınma”, “yatırım çekme” ve “istihdam
sağlama” imajı oluşturacak her türden göz alıcı-göz boyayıcı sunuş, söylem ve
vaat ortaya konarken bu projelerin ekonomik ve toplumsal maliyetlerini toplumun
hangi sınıfsal kesimlerinin ödeyeceği, bu projelerle yaratılacak rantın hangi
toplumsal kesimlere aktarılacağı konuları tartışma dışı bırakılıyor, bilinçli
bir şekilde üstü örtülüyor.”(3)
İktidar, makroekonominin kötüye gittiği
dönemlerde makroekonomik popülizmini arttırır ve halka daha fazla vaatler
vermeye başlar. Yukarda da açıklanıldığı gibi kentsel projelerinde
makroekonomik vaatler vermeye başlayan hükümet gittikçe despotikleşir.
İstihdam, kalkınma gibi vaatlerin nasıl yerine getirileceği, sonuçlarının ne
olacağı muğlaktır. Fakat despotikleşen hükümet projeleri herhangi bir bilimsel
veriye dayandırmadan yerine getireceğini vadetmektedir. Halk, yalnızca önüne
serilen vaatleri görmekte oysa arka planda, hükümetin bu içi boş vaatlerinin
arkasında dönen, rant üretim ve dağıtımının üstü kapatılmaktadır.
İnşaat firmalarının sahipleri ana-akım
medyada alakalı ya da alakasız oldukları her konuda boy göstermektedirler.
Halk, çokça gördükleri bu inşaat sektöründe söz sahibi olan sermayedarları
artık birer magazin figürü olarak içselleştirmişlerdir. Bu sermayedar sınıf,
elde ettikleri rantın yanına bir de medyadan gelir sağlamaktadır. İnşaat
sektörünün yanında adeta kurguladıkları benlikler üzerinden gelir sağlamaktadırlar.
HÜKÜMET VE SERMAYE SINIFI İLİŞKİSİNDE ORTAK ÇIKAR: RANT
Kentsel dönüşüm sürecinde mekân yeniden
üretilirken, planlayıcı otorite ve mekânı dönüştürecek olan sermaye sınıfının
ortak çıkarı ranttır. İki tarafın da elde ettiği rantı anlatırken mutena
aştırma (gentrification) kavramı üzerinden gitmek gerekir.
Gentrification en temel anlamıyla o
mekânın planlayıcı otoritenin seçtiği sermayedar sınıf ile satın alınıp
düzenlenmesidir Planlayıcı otorite, rant sağlamanın mümkün olduğunu gördüğü yerlere
çeşitli gerekçelerle durumu meşrulaştırarak, burada kentsel dönüşüme karar
verir. Sermayedarlar kentsel donuşum sürecinde o mekânda yasayan insanlara
kısıtlı vaatler sunarak dönüşen mekânın son halinden sundukları vaatlere oranla
oldukça fazla gelir sağlarlar. Aradaki bu uçurum rant üzerinden açıklanır.
Yeniden üretilen mekânın artık eski sahiplerine vaat edecek hiçbir şeyi yoktur
çünkü eski sahipleri artık o mekânda barınamazlar.
Hükümet, dönüşümden sonra o mekândan elde
edilen ranttan kendi payına düşeni alır. Bunu da Sulukule örneğiyle
açıklayabiliriz. Hürriyet gazetesinin haberine göre dönüşümden sonra
Sulukule’de, mekânın eski sahiplerinden çok hükümetle bağlantılı kişilerin o
mekân üzerinde hak sahibi olacağı görülmektedir.
“ ONLAR YENİ SULUKULELİLER
2009’da Hürriyet gazetesi, konutların yüzde 50’sinin, Fatih Belediye Başkan Danışmanı Mustafa Çiftçi ve aracılar vasıtasıyla el değiştirdiğini yazmıştı. Projeden ev aldığı ortaya çıkınca istifa eden AKP Fatih Yönetim Kurulu Üyesi Recep Karaoğlu, “Ben sadece kendi adıma işlem yaptırdım, diğerleri başkaları üzerinden aldı” demişti. Habere göre, Romanların ev ve arsalarını alanlar arasında AKP Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in oğlu, Deniz Feneri skandalında görevden alınan İstanbul 10. Noteri İsmet Büyükkılıç, İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu da vardı.(4)
2009’da Hürriyet gazetesi, konutların yüzde 50’sinin, Fatih Belediye Başkan Danışmanı Mustafa Çiftçi ve aracılar vasıtasıyla el değiştirdiğini yazmıştı. Projeden ev aldığı ortaya çıkınca istifa eden AKP Fatih Yönetim Kurulu Üyesi Recep Karaoğlu, “Ben sadece kendi adıma işlem yaptırdım, diğerleri başkaları üzerinden aldı” demişti. Habere göre, Romanların ev ve arsalarını alanlar arasında AKP Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in oğlu, Deniz Feneri skandalında görevden alınan İstanbul 10. Noteri İsmet Büyükkılıç, İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu da vardı.(4)
YASALAR VE MEVZUATLAR(SON AŞAMA OLARAK AFET YASASI VE BÜYÜKŞEHİR BELEDİYELERİ
YASASI)
2002
yılından bu yana hükümet kentsel dönüşüm projelerine yasa ve mevzuatlarla
kolaylıklar sağlayarak hız kazandırmaktadır. “2002 yılından itibaren yapılan
198 yeni yasal düzenleme ile birlikte (yeni yasa ve mevzuatlar, mevcut yasa ve
mevzuatlardaki değişiklikler, kanun hükmünde kararnameler... vb.) devlet kentsel
yapılı çevre üretimini teşvik eden çok sayıda yasa yapıcı müdahale
gerçekleştirmiştir (Balaban, 2008).”(5)
Yakın zamanda bu yasal düzenlemelere bakacak
olursak, 4 Ağustos 2012 tarihinde Resmi Gazete’ de
yayınlanarak yürürlüğe giren ‘’Afet
Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’’ ve 6 Aralık 2012
tarihinde Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren “On Üç İlde Büyükşehir
Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ‘un incelenmesi gerekir.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
“Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ile ilgili
açıklamasına bakacak olursak:
"Bakanlığımız, binaların sağlamlığını kontrol
etmesi için teknik heyete lisans verecek. Bu heyet yetkili olacak. Vatandaşa,
'Bu teknik ekibe binanı kontrol ettir' diyeceğiz. Binanın sağlam olmadığı
ortaya çıkarsa vatandaşa, 'Bu binayı yık' diyeceğiz ve belli bir süre
vereceğiz.”
"Bina yıkıldığı zaman içinde kiracı varsa ona kira
yardımı vereceğiz. Hak sahibi varsa ve maddi durumu müsait değilse ona da ev
alması için kredi imkânı sağlayacağız. Vatandaştan, binasını yıkıp orayı boş
arsa haline getirmesini isteyeceğiz.
"Vatandaşa, 'binanı yıkmazsan biz yıkacağız'
uyarısında bulunacağız. Halen yıkmama konusunda ısrar ederse vali ve
kaymakamların kontrolü altında belediye veya TOKİ marifetiyle bu binaların
tahliye edilip yıkımını sağlayacağız."(6)
Bayraktar’ın
sözleri açıkça planlayıcı otoritenin, istediği her alanı, yasalara dayandırarak
kentsel dönüşüme sokabileceğini, istediği alanlardan rant üretip,
dağıtabileceğini bize göstermektedir. Bilimsel bir karşılığı olmadan, devlet,
rantın bol olduğu alanları kentsel dönüşüme sokabilecek sınırsız bir yetkiye
sahip olmuştur. Yukarıda örnek olarak değindiğimiz Büyükşehir Belediyeleri ile
ilgili kanun değişikliği ile beraber, hükümet yerel yönetimlere yetki
devrederek, uygulama alanlarını genişletecek zemine sahip olmuştur. Aslında
yerel yönetimlere dağıtılan yetki ve yerel yönetimlerin kanun değişikliği ile
beraber güçsüz konuma getirildiği ve yerelin yerini merkezin aldığını açıkça
görebiliriz.
UYGULANAN POLİTİKALARIN DİNAMİKLER
AÇISINDAN SONUÇLARI
-Hükümet
yasal düzenlemelerle beraber istediği her alanı rahatça kentsel dönüşüme dahil
edebilecektir.
-Merkezi
otorite dışında halkın bu süreçte yeniden üretilen mekân üzerine söz hakkı
kalmamıştır.
-Yerel
yönetimlerden çok Büyükşehir Belediyelerinin yetki alanları genişletilerek
merkezi yönetim güç kazanmıştır. Merkezin yerelden daha güçlü olması, halka
mekânın yeniden üretim sürecinde söz hakkı tanınmaması, hatta yasam
alanlarından zorla tasfiye edilmelerine varacak kadar antidemokratik uygulama
zemini oluşmuştur.
-Bu
uygulamaların sonucu olarak ortaya çıkan tüm maliyetler halka yüklenmiştir.
Kentin ‘dışlanmış’ fakat rant üretimi acısından cazip bölgelerde yasayan yoksul
halk bu maliyetlerle daha da yoksullaşacaktır ve bir kez daha yasam alanlarında
dışlanacaktır.
-Zamanla
üretilen kentsel donuşum projeleri her alanda uygulanmaya başlanacak ve artık
mekânın özelliğine bakılmaksızın donuşum projeleri hayata geçecektir. Afet
Bölgesi, sit alanı, restorasyon gereği, sağlam ya da çürük olup olmadığına
bakılmaksızın ranta uygun her bölge otoritenin hiçbir neden göstermeksizin
dönüşüm sürecine dahil edilecektir.
-Devletin
bu sınırsız, meşrulaşmış yetkisi zamanla doğal kaynakların tahrip edilmesine
neden olacaktır.
-Büyükşehir
Belediyeleri İle İlgili Kanun Değişikliği anayasaya aykırı durumlar teşkil
etmektedir:
“7.2. Tam
anlamıyla imar affı olan bu düzenleme, 29 il sınırları içinde geçerli, diğer
illerde geçerli olmadığı gibi, aynı il içinde farklı yasallıklara karşılık
geldiğinden Anayasanın 10`uncu maddesinde yer verilmiş olan "Kanun Önünde
Eşitlik" ilkesine aykırıdır. Yasalaşması sonrasında konunun Anayasa
Mahkemesi`ne taşınması durumunda, alınacak karar ile imar affının tüm ülke
sathına yayılması olasıdır.
Söz
konusu maddede;
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar"
Denilmiştir.
Buna göre, yapılacak yasal düzenlemelerde aynı durumda olan kişilere yönelik
kararların eşitlik ilkesine uygun verilmesi gereklidir. Ancak, düzenleme ile
yalnızca "bu kanunla mahalleye dönüşen köyler" tanımlaması yapıldığı
da dikkate alındığında, eşitlik ilkesine üç farklı aykırılığın oluştuğu tespit
edilmektedir.
Bu
kapsamda;
A- Geçmişte
pergelle belirlenmiş sınırlar içinde kalan ve mahalleye dönüşmüş olan benzer
köylerde bu hüküm geçerli olmamaktadır. Üstelik Ankara, İstanbul, İzmir gibi
mevcut büyükşehirlerin mevcut sınırları içinde geçmişte mahalleye dönüşmüş olan
köyler için bu hüküm uygulanamazken, bu köylere komşu olup, bu yasaya kadar
"orman köyü" olarak varlığını sürdürmüş köylerdeki tüm yapılar
"ruhsatlı" sayılmaktadır. Bu durum, aynı il içinde, aynı yasallıkta
olan köy evlerinin sahipleri açısından bariz bir eşitsizlik anlamına geleceği
gibi, belediyeler açısından da çözümsüzlüğün ortaya çıkmasına neden olacaktır.
B- Bir
diğer aykırılık, Büyükşehir olan iller ile büyükşehir olmayan illerde bulunan
ve günümüzde yasal açıdan durumları aynı olan köylerdeki yapılar arasında
ortaya çıkan farklılaşmadır. Tasarının yasallaşmasıyla, Örneğin; Büyükşehir
haline gelen Balıkesir`de köylerde bulunan tüm kaçak yapılar ruhsatlı
sayılırken, komşu Çanakkale köyleri açısından bu uygulama söz konusu
olmayacaktır.
C- Eşitlik
ilkesine üçüncü aykırılık, kapatılan ve mahalleye dönüşen beldeler için söz
konusudur. Bu beldelerden bir bölümü oldukça eski belediyeler olsa da, bir
bölümü geçmişte köy statüsüne sahipken yakın dönemde belediye olmuştur. Yapılan
"imar affı" nitelikli düzenlemede bu yerleşmelerdeki yapılar da
kapsam dışıdır. Bu durum da Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır.
Ortaya
çıkan aykırılığın giderilmesi amacıyla, ruhsatlı sayılma durumunun
genişletilmesi, her ne kadar Anayasa açısından eşitliği getirecek olsa da,
aslen yanlış bir karar olan bu düzenlemenin daha da yaygınlaşması anlamına
gelecektir. Bu nedenle, Yasa hazırlıkları aşamasında tespit edilmiş bu sorunun
çözümünün, daha kapsamlı tartışmalarla ve imar mevzuatı içinde düzenlenmesi
yerinde olacaktır. Bu nedenle düzenlemeden kesinlikle çıkarılmalıdır.”(7)
Halkın
zararına olan tüm bu sonuçlarda hükümet ve sermayedar ilişkisinin temelini
oluşturan rant üretimi ve dağıtımı vardır. Rantın üretimi ve dağıtımı için
uygulanan tüm bu politikalar hükümet ve sermaye acısından olumlu
sonuçlanmıştır. Tüm analizler ve eleştiriler bu yönde sonuçlanmıştır.
SONUÇ
Rantın devlet eliyle dağıtılması,
arazilerin bir meta olarak satılması, sermayedarlara peşkeş çekilmesi, kent
yoksullarının yaşadıkları yerlerden zorla tasfiye edilecek olması, hususunda
günün sonunda tartışmamız gereken konu adalettir. Kenti planlayan otorite, kamu
yararı gözetmekten oldukça uzak amaçlar gütmekte ve sadece rantı üretmeyi ve
dağıtmayı amaçlamaktadır.
Adalet kavramını tartışırken David Harvey
ve Lefebvre’nin kullandığı “kent hakkı” teriminden yola çıkarabiliriz. : "Kent hakkı, kent kaynaklarına ulaşma
bireysel özgürlüğünden çok öte bir şeydir: Kenti değiştirerek kendimizi
değiştirme hakkıdır. Bireyselden çok ortak bir haktır.” (8)
Halkın çıkarılan yasalarla birlikte kent
üzerinde zaten olmayan söz hakkı tamamen ortadan kalkmıştır. Kabaca, birey,
kenti değiştirme, imkânlar yaratma vs. haklarına sahip olmayı bir kenara
bırakalım, kentten faydalanabilecek mi bu da bir soru işaretidir. Kendi tapulu
taşınmaz malından bile zorla tasfiye edilebilir bir konumdayken, adaleti günün
sonunda nereye koyabiliriz oldukça tartışmalı bir konudur. Tüm bunların
başlangıç noktası olan ‘’rant’’ baslı basına adaletsiz bir kavramdır. Toplumun
altyapısı olan ekonomide gelir adaletsizliğine yol açmakta ve bu adaletsiz
durum ekonomi haricindeki tüm yapıları yanı üst yapıyı etkilemekte ve hayatın
tüm alanına olumsuz sonuçlarıyla dahil olmaktadır.
DİPNOTLAR:
(1)(2)(3)(5) – PENPEÇİOĞLU Mehmet, “Kapitalist
kentleşme dinamiklerinin Türkiye’deki son 10 yılı: Yapılı çevre üretimi, devlet
ve büyük ölçekli kentsel projeler” , Birikim
(4) – NTV, ntvmsnbc.com, 7.01.12
(6) – Ankara – BİA Haber Merkezi, 14.03.12
(7) – TMMOB ŞPO Büyükşehir Belediye Kanunu
Değişikliği Değerlendirme Raporu, 10.10.12
(8) – Ankara – BİA Haber Merkezi, 18.10.12
DİĞER KAYNAKLAR:
BİRİKİM, sayı:270
GÜLHAN, T. Sinan, “Devlet Müteahhitlerinden
Gayrımenkul Geliştiricilerine, Türkiye’de Küresel Rant ve Bir Meta Olarak Konut
Üreticiliği”
BUĞRA, Ayşe, “Kapitalizm, Yoksulluk ve
Türkiye’de Sosyal Politika”, 15.11.08
BUĞRA, Ayşe, “Yoksulluk ve Sosyal Haklar”, Sivil
Toplum Geliştirme Merkezi Derneği için hazırlanan danışman raporu, Aralık 2005
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)